En güncel Yazılar »

30 Mart 2010 Salı

İki surat biri ağlar diğeri güler

Bir sahne.
Kocaman.
Ufuk çizgisinde görünür en arka sırada oturan.
Ama koltuklar boş, ışıklar loş.
Yaşanmışlıklar birtek etrafta dolaşan...
Sahnenin tozu henüz havalanmamış...
Yeni oyuncuların genzine kaçmamış...

Fakat alışkın bu oda alkışlara,
Sahnenin üzerinde dolaşan çılgın ışıklara,
Değişmeden duramayan dekorlara,
Ayağa kalkıp bir ağızdan çıkan bravolara,
Uğruna bir ömür verilen mutluluk gözyaşlarına,
Son defa oynanan refleksleşmiş oyunlara,
Gala gecesinde özel konukları ağırlamaya.

Dile gelse de konuşsa derler ya şu duvarlar,
Onları en iyi anlatanlardır hatıralar,
Kim bilir ne hayatlar görmüş,
Ne taraflar tutmuş,
Ne hıçkırıklar duymuş,
Ne kahkahaların nedeni olmuş,
Neler unutmuş ve unutturmuştur.

Zaman geçer, oyun değişir,
Bunların hepsini bilen tek bir kişidir,
O da tiyatronun kendisidir,
İnsanın insana verdiği en güzel değerlerden birisidir.

Kelimeler ve dipteki inci

Bazen işte böyle olur,
Kelimeler bana pek bozulur,
Sörf tahtası olacaklarına düşünce okyanusunda,
Fikir dalgası gelince dört adam boyutunda,
Üzerinde kayarak ona yol açacaklarına,
Dalgıçlık yapıp başlarlar dipteki inciyi aramaya.

Peki sonra ne olur?
Dalga gözden kaybolur,
İnci desen ha deyince nasıl bulunur?

Ortada bırakırlar beni,
Ya görürsem sonra köpekbalığı yüzgeci!
Köpekbalığı burada yazamamak korkusun bir tasviri,
İnci uğruna sattı bu kelimeler beni.

Neyseki yüzerim istersem karaya,
Köpekbalığı sakın beni yanlış anlama,
Bir dahaki sefere yaşarsam aynen böyle bir macera,
Bulduğum inciyi sana ithaf edeceğim,
Ve tehlikeli sularda yüzmeyeceğim.

27 Mart 2010 Cumartesi

Yazmak

Bazen hiç enerjin olmasa da kalkmaya, oturmaya,
Yakıtsız çalışır kafandaki fabrika.

Üretir sen istesen de istemesen de,
Kimi zaman durdurmaya yeltensen de,
Dolup taşar depoların,
Kullanılmayan düşüncelerle.

Fazlasını taşımak zor olur,
Stoklar dolunca zayiat bol olur.
Ne yenileri üretilince kendilerine yer bulur,
Ne de eskileri orada olmaktan mutludur.
Peki bu fabrika nasıl kurtulur?

Anlatarak kurtulmak bir yoldur.
Ama fazla üretim derdinde,
Bulmak zordur dinleyeni ürün her depoya düştüğünde.
Hele yargılanmak, güvenmek düşünceleri de dolaşırsa bazen tepende.
Başlar yine hazımsız mide kafanı ütülemeye.
O zaman yazmak lazım bir yere,
Kelimeler sırt çevirmezler isteyene.

Yazarken düşünürsün,
Kendinle buluşursun,
Sorgulayan, soran tek kişi olarak,
Bir tek sen bulunursun.

Hele kelimeler bir başlarlarsa dans etmeye,
Stoklar boşalır, yetmez fabrikanın gücü onlara yetişmeye.
Zihnin hafifler,
Miden rahatlar,
Kafandaki mutluluk festivali başlar.

Bir de boşalınca fabrikadaki stoklar,
Makinalar daha farklı çalışmaya başlar,
Fazla üretilen o gereksiz zırvalar,
Bir bakmışsın olmuş bembeyaz sayfalar.
Hepsi yeni bir başlangıca hazırlar.

26 Mart 2010 Cuma

Düşüncenin kavramı 3 - "Aksesuar"

Süslüyüm, püslüyüm.

Kimi zaman klasik bir güzellik.
Kimi zaman paha biçilemez bir özellik.

Dikkat avcısı, gurur kamçısıyım.
Renklerimle insanları tavlar, iltifatları toplarım.
Bazen benden az bulunur, görenlerin iç geçirdikleri çok olur.
Sadece kadınlar değil, erkekler de bana vurulur.
Üzerime anlamlar yüklenir,
Sorumluluklar bana verilir.
Özel günlerin manası, sonsuzlukların mirası denir.

Bazen nasıl görüneceğim tasarlanır,
Bazen ne kadar edeceğim tartışılır,
Her türüm, her şeklim var benim.
Madde şeklini buldu ben üretildim.

Kararsız bir safsata

Bilemedim, karar veremedim...
İster miyim, istemez mi?
Mırım kırım...
Ne yapsam ne etsem?
Yok mu bana akıl sır erdiren?
O kelime mi yoksa bu kelime mi...
O yol mu bu yol mu...
O da ne seçenekler bol mu?
Sarı mı mavi mi mor mu yeşil mi?
Uzun mu kısa mı yoksa en dar olan mı?
Nasıl karar vereceğim...
Aklımı da alıp buradan gideceğim.

Korku

Hayatta bizi sınırlayan nedir sorusuna verilecek ilk cevap.
Korkular, endişeler..
Kafamızda yarattığımız o siyah atlı kara şovalyeler..
İnsanız ya, hissediyoruz ya, hiç olmadan da olmaz deriz ya,
Mutluluğa kucak açarız da, ya korkularımıza?
Aslında kaçmaya çalışırken onlardan
Esir almazlar mı bizi bir yandan?
Belki de kaçmak yerine, üstlerine gidip savaşmak en mantıklı olan.
Bakış açınızı değiştirdiğinizde..
Objeye alttan değil sağdan veya soldan ya da en ışık alan taraftan baktığınızda...
Ya da bazen sadece kabullenip üstesinden gelmeye çalıştığınızda..
Daha kolay olur mu yaşamak?
Güçlenir mi insan yüzleştikçe?
Boğulmaktan kurtulur mu?
İnanmak...Yapabileceğine.
Kaçıp saklanmak yerine, durup savaşmak, üstesinden gelmeye çalışmak.
Korku sinsice gelir, önce düşüncelerimizi ele geçirir, bizi en merkez noktamızdan vurur.
Sonra yayılır vücudumuzun her köşesine.
Neden peki?
İşte size bizim yarattığımız bir ironi.
Esas varolma sebebi korkunun aslında hayatta kalma dürtüsüyken,
Hayattan kopmanın eşiğine getiren nedir bizi?
Korkunun nasıl kullanıldığını bilemediğimizden mi?
Gerçekten tehlikeyi korkusu sayesinde hissettiğinde savunmaz mı insan kendisini?
Korku aslında bizim yanımızda olan kara şovalyedir, bizimle birlikte savaşandır, bizim savaştığımız ise gerçek hayattır.
O yüzden kaçıp saklanmak yerine hayattan...
Yüzleşip, güçlenmek lazım,
Korkunun, endişenin bize yardım etmesine,
Çıkış yolunu bulmak için önümüzden yürümesine,
Kendimize güvenip, korkunun kendini sadece gösterip yerini cesaret ve güce bırakmasına,
İzin vermemiz lazım.
Korkudan korkmamak lazım...

25 Mart 2010 Perşembe

Yazmaya çalışmak...biraz zorlanmak

Yazmak. Ama ne şekilde?
Komik mi güldürsün, derin mi düşündürsün?
Devrik cümleler mi başa gelsin?
Düz yazı mı etrafı beyaza boyasın?

Ne türde olsun?
Kelimeler duygu yüküyle dökülüp şelaleyi mi oluştursun?
Konuyu atıp tutan jonglör kelimeler mi coşsun?

Bilemedim, karar da veremedim. Bazen sadece olduğu yerde bırakmak, sonra da dönüp bakmamak gerekirmiş. O zaman döndüm, gittim. Aklımdakini tasvir edemedim.

24 Mart 2010 Çarşamba

Düşüncenin kavramı 2 - "Blog"

Kimisinin çıkış kapısı,
Kimisinin dert ortağı,
Kimisinin keşfedilmek için umut kaynağı,
Kimisinin heryerden ulaşacağı modern günlüğünün kapağı.

Yazarlar, çizerler, fotoğraf çekenler, araştırıp bakanlar, yemeğini yapanlar, hobisini satanlar, giyinip duranlar, dolup taşarlar, ortak bir kapıda toplanırlar.
Yeni dünyada insanlar, bu yolla seslerini duyururlar.

Kimisi hayata bağlanır,
Kimisi parasını kazanır,
Kimisi sadece paylaşır,
Bu dünyada meşhur olmak güzel bir sanattır.

Sokaktan geçip durana
Soramazsın fikrin ne şimdi hadi de bana
Bakabilir öylece suratına
Dönüp gider sonra salına salına

Ama gidersin bilgisayar başına
Açıp bakarsın varsa onun bloguna
Kafasının içini hayatını bilirsin
Paylaşırsın fikirleri onaylarsın doğru görünüyorsa sana

Eskiden olsa böyle olmazdı,
İnsanlar birbirleriyle konuşmaktan korkmazdı,
Ama ne yapalım artık büyük şehrin kanunları farklı.

İroni mi yoksa modern çağın devrimi mi...
Bırakır kafalarda bir soru işareti.
Hangi kavram olursa olsun,
Sevilir blogların hakimiyeti.

Takıntılarım ve ben

Takıntılarım artık ayrılmaz bir parçam gibiler sanki
Her gün bir yenisi eklenir oldu.
Kalemlere dokunamamamdan sonra,
Dolabım giyilemeyen kıyafetlerle doldu.

Bir dönem sayılar hükümdardı takıntı imparatorluğuma
Tamamen rastlantısal bir algoritmayla
Bazıları doğruydu bazıları yanlıştı kullanımda
Çiftlerden ve teklerden seçilmişler vardı
Diğerleri yasaktı, kullanılamazdı olmazdı.

Son favorim yön ile ilgili olanlar
Baktığım nesnenin ortasından kocaman bir vektör fırlar
O yön uygun mu değil mi kafam sorgular
Neye göre derseniz orası tamamen karışık
Ama beni çok kısıtlar bu durum orası apaçık

Biliyorum her insanda olabilir bu tarz takıntılar
Ama benimkiler inanın bilinenlerden çok uzaklar
Hepsinin kaynağı şu batıl inançlar
Keşke hep üretip durmasam yeni yeni versiyonlar.

Sorgulayıp dururum kafamda
Yapacağım bir sonraki hareket, düşüneceğim bir sonraki düşünce
Acaba uygun mu takıntı prosedürlerine diye.
Ve bu çok zorlar beni,
Beynimi, aklımı, kafamı,
Çalar götürür değerli zamanımı.
Şu yazıyı yazmak bile belki bir aşama,
Umarım gelir gerisi özgürlüğüme giden yolda.

Ah takıldı peşime takıntılar beni bir türlü bırakmazlar.

23 Mart 2010 Salı

Düşüncenin kavramı 1 - "Dondurma"

Düşün ufak tepeler
Soğuk üstleri ellerin titrer
Ama görünüşe aldanmamak lazım
İçlerinde pek bir şekerler

Hemencecik aklıma geldi meyve ve çikolatayla bezenmiş sütlü soğuğun tadı
Herzaman canım çekmez ancak güneşle iştah işbirliği yapınca
Düşüverir aklıma dondurmanın adı
Buluşunca tad duyularım o lezzetle, düşünürüm işte bu hayatımın anlamı
Kimisi tatlının arkadaşı, kimisi külahımın başı, kimisi tropikal ülkelerin minik bir adası.
Küçük insan büyük insan her yaştan her daldan birçok insan,
Severler dondurmayı eritmeyi ve lezzete doymayı.

İşte yedim bir top dondurma
Midem dedi ara sıra bizi buluşturmayı unutma.
Meyvelisinin üzerine çikolata sosu,
Hepsinin üzerine de antep fıstığını koymayı hep ama hep hatırla.

Ne anlar düşünce kavramları görünce

Kendime ödev verdim bugünden itibaren aklıma gelen ve seçtiğim (normal yazı akışının dışında) bir kavram ya da bir nesne üzerinde özellikle düşünüp yazacağım.Burada önemli olan özellikle düşünecek olmam. Yani kelimelerin gelip beni bulması yerine ben onları arayacağım zihnimde.

Her başlığı da Düşüncenin kavramı #- "seçmiş olduğum kelime" olarak isimlendireceğim.

"Ne anlar düşünce kavramları görünce"nin başlangıcı.

Merak

Merak;

Eğer doğru yoldaysanız sizi tepelere taşıyan aracın yakıtıdır. Size enerji verir, güç verir, inanç verir, yaşama sevinci verir.

Manasızca kullanıldığında elinizdeki zamanı çalan bir hırsızdır. İsteseniz bile vermez, geri getirmez, izini kaybettirir ve bulunmaz.

Yanlış bir yerde, yanlış kişilerle iseniz tehlikeli olabilir, karşı koymanız ve onu kullanmamanız gerekir.

Bazen yanında şansla birlikte gelir, beraberinde sürprizler ve açılan kapılar eşliğinde.

Bilimin temelidir, düşüncenin temelidir, sanatın temelidir.

Çok farklı formlara girebilir, ama bu tamamen size bağlı olan bir değişimdir.

Meraklı olmak, görünenin ardındakini sorgulamak demektir,

Gördüğünü bildiği ile eşit halde tutmamaktır, görülmüş olan ile bilinenler terazisinde bilinenlerin ağır gelmesi için yanına konulan ağırlıktır.

En basitinden merak kavramını merak etmek bu yazıyı yazdırır.

İlkbahar

Bazen yazacak birşey bulamazmış çünkü içi durgun olurmuş,
Yapacak birşey bulamazmış ya da birşey yapmak istemezmiş
Bazen birşey yapmak istese de kendini zorlayamazmış, o kadar gücü olmazmış,
Kimi zaman da kendisini zorlasa bile yaptığını beğenmez, dönüp baktığında yok bu
olmamış dermiş
Mevsim değişimleri herkesi değişik, onu ise bazen bu şekilde etkilermiş,


Aslında mevsimlerin hepsi birer tiyatro oyunuymuş, sahneyi ise oyuncular hazırlarmış...

Kıştan yaza geçişlerin , sıcaklığın, uzayan günlerin meşhur habercisi ilkbahar oyunu perdelerini aralamış,
Sahne dünyaymış.

Sabahları sıcak hava moleküllerini ve ışıkları dağıtan bahar elçileri daha sıkı çalışmaya başlayıp, akşam mesaisine kalmış.
Hayvanları kış uykusundan kaldıranlar da aslında onlarmış...
Bahar modacıları ağaçları, çiçekleri, bitkileri ve nihayetinde ormanları gezip süslemeye başlamış
Sabah korosunu çalıştırma görevinde ise müzisyenler yer almış,özellikle kuşlar hep ön plandaymış...
Donan herşey çözülmüş, sular çoğalmış...
Yaşam yeniden canlanmış,
Bütün oyuncular canla başla bu oyunu ortaya çıkarmış.
Seyirciler ise daha çok insanlarmış, etraflarında olanlara bakar bakar oyunu izlerlermiş, aralarından ara sıra oyuna katılanları da çıkarmış.
Yeryüzünün en güzel senaryolarındanmış ilkbahar,
Galasından son oyununa kadar koltukları hep dolar dolar taşarmış.

Bakmış yazdığına düşünmüş.
İçinden geldiği kadarını yazmış.
Belki sonra daha iyisini bulur,
"İşte bu" diyeceğini yaparmış.

10 Mart 2010 Çarşamba

Lunapark

(Mesela ben..Çok mutluysam eğer,
Dönmedolabın en yüksek bölümüne bir adım kalmış gibi hissederim.
Öyle heyecanlanır,
Öyle umutlanır,
Öyle hayalini kurarım en tepede olacağım anların..)

Girdiğiniz zaman lunaparkın kapılarından,
Buradaki duygular,
Birbirleri ile yarışırlar.
Hangi kapıyı tıklasanız
Sizi hoş karşılarlar
Bir aldılarmı içeri,
Dönemezsiniz öyle gerisin geri

Korku tünelidir en popülerleri
Düşününce aklınızda beliriverir içerisi..
Korkunun rengi ile boyanmış duvarlar
Alıştığımız, o normal kavramından uzak yaratıklar
O yaratıklarda düzeni, tahmin edilebilirliği bozan davranışlar
Gürültüye dönen sesler,
Karanlıkla kavgalı renkler,
Dikkat hırsızı ışıklar..
Yönlendirirler bizi istedikleri gibi..
Ele geçiririp korku ve endişe hislerini,oynatırlar gölge oyunu ikilisini.

Derken gideriz dans eden o kadına,o kocaman kayığa, o uçan arabalara..
Biraz heyecan biraz gerilim uğruna..
Başlarız döne döne uçmaya
Normalde alışık değiliz bu kadar hıza..
Aslında bir yandan güvenmesek o kadına, o kayığa, o uçuran arabalara
Niyetimiz yoktur tekrar korkmaya
Heyecan ve gerilimdir bizi kendine çeken
Tek amaç uzaklaşmak o rutin hislerden..

Vardır her lunaparkta bir atlı karınca,
Hemen atlarız o masalımsı dünyaya..
Renklerin ve masalların içine bırakıveririz kendimizi
İçimizdeki saklanmış çocuk çıkıverir ortaya
Renklerle, müzikle, masallarla döneriz etrafında
O çok özlediğimiz dinginlik bir bakmışız yanımızda..

Karnımız acıkır kendimizi ödüllendiririz bir pamuk helvayla, bir çikolatayla.
Sonra bakarız dönüp duran, sönüp yanan bütün ışıklara ve duygular kapılarına.
Duyarız sesleri...Korkunun, heyecanın, kahkahaların, mutlulukların...
Görürüz endişeli korkmuş yüzleri, gülümseyenlerin yanında..

Anlar mıyız acaba? Bu lunapark hayatın kendisidir aslında...
Eğlenmek için gireriz içeri..
Ve yaşarız az çok, bütün bu hisleri...

8 Mart 2010 Pazartesi

Gri-kahve

Yorgunum,bıkkınım, benzini bitmiş bir otomobil, suyu azalmış bir bitki, hevesi kaçmış bir çocuk gibi...
Hava grinin en kahverengi tonlarında yoğun, sıkıcı bir o kadar da enerji çekici...
Zaten bugün pazartesi, yeni çağın yeni günah keçisi..
Düşündürtüp duruyor bana...
Acaba bulmam mı gerek aklımdaki madeni? Bana enerji verecek o değerli hazineyi?
Yola koyulmam mı dinlemeden kafamdaki "ama"ları ?
Kısa bir özetle...Aklıma fazla yazacak birşey gelmese de...Atarım az çok hislerimi içimden birkaç cümle ile..

4 Mart 2010 Perşembe

Kozmik güçlerin tıkırtısı

Ani bir ses duydu. Hemen gözlerini açıp salondan yatak odasına doğru koştu. Pingur yine kapıyı kapatmıştı. Hay aksi! Dışarıda şimşekler çakıyor ve şiddetli yağmur yağıyordu. Gece tüm karanlığını cömertçe etrafa dağıtmıştı. Evin yanında duran sokak lambasından yağmurun hızı görülebiliyordu. Specta tüylerinde bir sıcaklık hissetti. Sanki şimşekler tüylerini kabartarak onu kendilerine çekiyorlardı. Korkması gerektiği yerde büyük bir enerji hissetti. Bir an gökyüzüne baktı ve "ya tam gökyüzüne doğru havalanırken şimşekler çakar ve onu kendilerine çekerlerse" diye düşündü. Onlardan kaçmalıydı ya da olmadıkları birgün seyahate çıkmalıydı. Bu konuyu sabah Pingurla konuşması gerekiyordu. Tam o sırada bir paratoner şimşeklerden birini kendisine çekti. Spectra tekrar gökyüzüne baktı, ardı ardına kesilmeyen flaşörler gibi sanki ona göz kırpıyorlar, kocaman kahkahalar atarak onu izliyorlardı. Spectra bunun dostçamı yoksa başka türlü bir tavırmı olup olmadığını anlayamadı. Bir süre sonra şimşekler azaldı ve yerlerini yıldızlara bıraktı.

Işın kılıcı

Bazen korkularımla ve endişelerimle savaşacağım bir ışın kılıcımın olmasını isterdim.
Hepsini, bütün siyah gölgeleri onunla ikiye ayırıp yok edebileceğim.

Merhaba sizi tanıyor muyum?

Merhaba, sizi tanıyor muyum?
Çok tanıdık geldiniz. Bir dostum var dışarıdan bakınca normal içten biraz terelelli.
Takıntıları var besbelli.
Çift el kullanır bazen nesneleri tutmak için.
Kalemlere bakamaz çekilir geri geri.
Kafasında koyar bütün kuralları ne yapılabilir ne yapılamaz.
Düşünüp durur sürekli zannedersin Rodin'in eseri.
Zihninde uçuşan her ne ise, kısıtlar onu yapamaz her istediğini.
Hatta bazen gerçekten istese bile durdurur kendini.
Manalı manasız konuşabilir yeri geldikçe ve de gelmedikçe.
Patavatsızlıktan sadece birkaç adım geride...
Anlaşılması güçtür ama imkansız değildir
Sadece tanımak gerekir zaman izin verince.
Sayılara yönlere takmıştır, mekanlara yerlere takılmıştır düşünceleri.
Durduramaz kimi zaman içindeki deliyi. Sever onu çünkü özgürleştirir kendisini.
Sevmediği yönü yok mu var elbet.
Biran çökünce o üzgün hüzün mereti, sarıverir ele geçirir tüm planlarını.Ne yazmak ister ne konuşmak sadece ağlamak içli içli.
Ama değil midir ki gözyaşları kurtuluşun anahtarı..
İşte o zaman hüzün açar çıkış kapılarını.. Ve düzlüğe çıkar içindeki deli.
Biraz alışır ışığa, başlar oynamaya hemde pek bir keyifli.

3 Mart 2010 Çarşamba

Kelimeler kuklalarım

Ben düşünceler efendisi..
Ben cümleler prensi...
Ben hikayeler hükümdarı...
Kelimeler kuklalarım istediğim gibi oynatırım.

Bir düşünce gelir aklıma, derken bir kelime, ardından bir cümle oluşur zihnimde.
Kimi zaman duraksarım, sıradaki kelimenin düşüncemle buluştuğunu anımsarım.
Bir kere buluştumu kelimelerle düşünceler, işte o zaman başlar tüm hikayeler.
Belki gerçeklikten saparım belki yeryüzüne sağlam basarım, dedim ya, kelimeler kuklalarım istediğim gibi anlatırım.
En özgür olduğum an işte "o" andır sadece kendimle uğraşırım.
Kelimeler raks eder, döner döner döner...Bazen aynı kelime üst üste tekrar tekrar tekrar eder... Düşündürürler, güldürürler, hüzünlendirip eğlendirirler, hükümsüz kahkahaları bulup sahiplerini ararlar, işte böyle şah ve mat yaparlar.

Ben düşüncelerin efendisi..
Ben cümleler prensi..
Ben hikayeler hükümdarı..
Kelimeler benim kuklalarım istediğim gibi oynatırım...

Saçmalamalı mı saçmalamamalı mı

Düşünüyorum...Yaratıcı zihin demek nasıl birşeydir? Yaratıcı olmak nasıl birşeydir? Hangi koşullarda bu yaratıcılık ortaya çıkar? Benim için ayın belli günleri olabiliyor. Kimi zamanlar gerçekten elimde olmadan düşüneceğimi bile düşünemeyeceğim fikirler geliyor aklıma. Tam anlamı ile saçmalamak nasıl birşeydir? Saçmalıktan yaratıcılık çıkar mı? Sınırlarınız varsa yaratıcılık işe yarar mı? Bence yaratıcılık için gerekli olmazsa olmazlar;

Özgür bir kafa olmalı. Sınırlanmamış. Kurallar boyutunda yaşamayan. Tamamen özgür.
Merak etmeli bu kafa. Araştırmalı.. Soruşturmalı.. Okumalı.. Gezmeli.. Görmeli.. Tatmalı.. Denemeli.. Bakmasını bilmeli..
Cesaret olmalı diğer kurallara-bağlı yaşayanların tabiriyle. Düşünmemeli o ne der bu ne der. Umursamamalı kimi zaman...
Güven olmalı içinde. Kendinden korkmamalı.. Yapabilir miyim..Yapamaz mıyım endişesi yaşamamalı.
Kendi için yapmalı..kendi için düşünmeli..kendi için üretmeli bir noktada. Sadece hoşuna gittiği için.. Yapmak istediği için.. Öyle baktığı ve öyle düşündüğü için yapmalı. "Nasıl isterse öyle" derler ya..
Düşündükleri için yapmalı.. Görüşleri için yapmalı.. Duyarlı oldukları varsa onlar için...
Birikimi olmalı bu kafanın..Üzerinde düşünülmüşlükleri.. Düşünürken yorulmuşlukları.. Sorgulayıp cevap almışlıkları, alamadıklarını hala düşünür oldukları.. Öğrendikleri, öğrenecekleri, şahit olup anlatmışlıkları, yaşamışlıkları, tecrübe ettikleri olmalı...
İlham aldıkları olmalı.. İlham kaynağı oldukları... Motivasyonu olmalı..

Düşünüyorum... En sınırsız olduğumuz an hangisi acaba.. Özgürce saçmalasak kurallara bağlı kalmadan, düşünmeden, korkmadan, içimizden geldiği gibi, istediğimiz için.. En sonunda yaratıcı bir zafer geçer mi elimize?

Düşündükçe, değiştikçe, ürettikçe varım.

"Hepimiz birşeyler yapıyoruz şu hayatta" Klişe görünümlü gerçek söz. Çok basmakalıp olmayı teoride sevmesem de pratikte muhafazakar taraflarımın olduğu bir gerçek.

Aslında bunu hep değiştirmeyi istediğim halde üzerinde fazla kafa yormadığım, gelişigüzel içimden geldiği gibi davrandığım için fazla değiştirememiş olabilirim.

Dünyaya gelmiş olduğumuz ilk andan itibaren bir değişimin içerisinde buluyoruz kendimizi. Aynen bir seramik parçasının tornanın üzerinde dönerken şekil alması gibi bizde üzerinde olduğumuz şu dönen dünyada şekil alıyor, değişiyoruz. Ama aynen seramiğin yapısının değişmediği gibi insanların da özü neyse o şekilde kalıyor. Hatta buradan Darth Vader'in içindeki iyiliğin nasıl geç te olsa ortaya çıktığını Star Wars'dan gözlemleyebiliriz diye de bir örnek vererek tamamen konudan sapma eğilimindeyim :)

Ama iyi bir seramik olabilmemiz için, farklı olabilmemiz için kendimizi hep eğitmemiz, tıkandığımız noktada yönümüzü değiştirmemiz, hep bir sonraki adımın arayışında olmamız, kendimizi ve potansiyelimizi bilerek bunu arttırmaya çalışmamız ve hep merak etmemiz gerekiyor.

Seramikten yapılmış bir nesnenin oluşumu ile birleştirdim insanın kişisel gelişimini. Tornanın dönerken seramiğe şekil verişini dünyanın dönerken hayatın insanlara şekil vermesine benzettim. Ama seramiğin oluşum aşamaları sadece torna ile sınırlı değil tabi sonradan fırınlanma ve belki de boyama kısımları var. (Tabi belirtmek durumundayım tek seramik yapma yöntemi torna ile olan değil farklı farklı yöntemleri var ben torna ile olanı seçtim sadece)

İnsanın olgunluk döneminde ne olmak istediğini önceden bilmesi oluşumunun hızlanmasına katkı sağlar. Sonunda bir vazoya mı dönüşsem yoksa bir bardak mı olsam diye düşünmek bize varacağımız noktada bazı duraksamalar yaşatır. Kararsızsak mesela aynen benimki gibi, bir an bardak olmak için yola çıkıp aslında içine çiçekler konan bir vazo olurmuydum diye düşünürsek sonunda ya içine çiçek konan bir bardak oluruz ya da yarı yolda tam bardak şeklini almaya başlamışken kafamızdaki vazo şekline dönüşmeye çalışırız. Bu arada ya daha fazla kil gerekir o şekle dönüşmemiz için ya da sıfırdan şeklimizi bir düzleyip tekrar oluşumun ilk aşamasına dönmemiz...

Ama mesela bir vazo olmayı baştan kafaya koyduksak.. Oluşumumuz sırasında nasıl bir vazo olacağımızı kafamızda hep düşündüysek..Bunları düşünmek için varolan güzel vazo şekilllerini incelemişizdir büyük ihtimalle. Ve sonunda bir bakmışız en taze çiçekleri hep biz tutuyoruz. Bir bakmışız şeklimizle en güzel tasarım ödülünü biz kapmışız. Bir bakmışız dönemimiz içerisinde o kadar kendimize özgü bir stilimiz olmuş ki, yıllar sonra değerimiz artmış antika olmuşuz...

Tabi en başından beri ne olacağını bilmek herkese mahsus değil. Eğer başından beri bir fikir yoksa kafamızda o zaman ne yapmak istediğimize karar vermeliyiz. Amaçlarımızı belirlemeli ve onları elde etmek için neler yapmamız gerektiğini düşünmeli ve uygulamaya koyulmalıyız.

Eğer sevdiğiniz şeyi yapamamak sizi çok rahatsız etmiyorsa, yaptığınız işin getirisi bir şekilde size yetiyorsa, bunları düşünmenin sizin için bir anlamı olmayabilir. Ama eğer hayatta bir iz bırakabilmek, içinizde hissettiğiniz potansiyeli kullanabilmek istiyor ama henüz bir yerden başlamadıysanız ve bu size rahatsızlık vermeye başladıysa, bu yazdıklarım size biraz da olsa dokunacaktır. İnsan işte, her aklına gelen değişik gelen fikir sadece ona mahsus sanır ama aslında
başkaları da bunları düşünüyordur, ancak ifade ederse kendini var olur.

İşe koyulmadan önce kendinizi bir teste tabi tutmanız gerekebilir. İstemekle gerçekten istemek arasında bence bir fark var. Gerçekten istediğiniz birşey için yorulmadan çaba sarfedersiniz, hep denersiniz. Diğer türlü pasif bir şekilde sadece düşünüp durursunuz. Aslında şu an düşünüyorum da o istemek bile değil sanırım.

Benim şu anda istediğim şey sevdiğim birşeyler yaparak kendimden bir iz bırakabilmek. Neden iz bırakmakta bu kadar ısrarlısın diyen olursa..Bilmiyorum içimden öyle geliyor. Diğer türlü hayat filminde herhangi bir figüran olacağım gibi geliyor. Düşünceleriniz var olduğu müddetçe siz varsınız. Düşüncelerinizi eğer paylaşmazsanız onları yazı, resim, müzik,moda,sinema gibi yöntemler ile işleyip dışavurmazsanız, var olduğunuzu nasıl kanıtlacaksınız?

2 Mart 2010 Salı

Yolculuğa hazırlık...

Pingur Specta'ya "hadi artık hazırlanman lazım bir hafta sonra seyahatimize çıkıyoruz" dediğinde Specta neden olduğunu bilemediği bir heyecan duydu. Sanki gelecekteki halinin ona vereceği büyük enerjiyi hissetmiş gibiydi. Bunun bir tatil olduğunu, yani geri dönüleceğini biliyordu ama acaba tahmin ettiği kadar kısa sürecek bir tatil miydi yoksa geri döndüğünde herşey daha farklı mı olacaktı. Üzerinde bu kadar düşünmüş olmasına bir anlam veremedi zira gidip geleceklerdi işte. Daha sonra kafasını iki yanına salladı, bir iki havladı ve zıplayarak odasına doğru koştu.