En güncel Yazılar »

30 Kasım 2010 Salı

Yemeğin en lezzetli hali

İyi bir yemek,
Bütün duyulara hitap etmeli...

İyi bir yemekte beni ilk etkileyen kokusudur,
Lezzetin havadaki şeklidir işte o an sergilenen.
Çekeceğiniz ziyafetin sinyalini veren.

Görüntüsü ardından gelir...
Lezzetin görsel hali, renklerin ve şekillerin bulduğu form ile belirlenir.

İyi bir yemekte...
Eliniz lezzetin ısı halini ölçen bir derece olabilmelidir.
Sıcaklığını veya soğukluğunu hissedebilmeli,
Yemeğin tazeliğine diğer duyular ile birleşerek karar verdirebilmelidir.

Sesler...
Bir yemeğin işitsel lezzetini belirleyen;
Fırının sinyal sesi,
Kaşık çatal ve bıçak silahşörlerinin tabak üzerindeki perküsyon sesi,
Ya da yemeğinizin tarzına göre duyulan müzik sesi olabilir.

Yemeği yemek yapan,
Hep daha farklısı için değişik çeşitleri aranan,
Değerlendirmelere tabi tutulan tad duyusu.
Başlı başına sebep aslında,
Nice mutfakların keşfine yol açan insanlığın bitmeyen kombinasyon tutkusuna.
Daha "lezzetli" olabilmesi uğruna...

Ama...Düşündüğüm zaman sevdiğim iyi bir yemeği...
Anlatmam, tarif etmem gerekse lezzetli doyma hissini...
Beş duyunun üzerine eklemem gerek lezzetin diğer bir halini.

Bir yemeğin en lezzetli hali;
Kokusu değildir burnunuzu okşayan...
Görüntüsü değildir gözünüzü alan...
Tadı değildir karnınızı doyuran...

Bir yemeğin en lezzetli hali;
Paylaşılmasıdır ruhunuzu rahatlatan,
İçinizdeki tüm iyi hisleri bir anda çalışır konumuna alan.
Benim için...Lazanyayı daha çok sevmeme yol açan...

Partikül partikül teşekkürler,
Birleşip oluştursunlar büyük moleküller,
Bu moleküller de gaz hallerine gelsinler,
Havada süzülerek seyahat etsinler,
Sonra yoğunlaşsınlar birer birer,
Yine partikül olarak laboratuvarlarına dökülsünler...

15 Ekim 2010 Cuma

Kaftan

Merhaba blog,
Zaman oldu çok...
Başı sonda, sonu başta, kelimelerin revaçta olduğu cümleler kurmayalı.
Kafamda uçuşanları yazıya aktarmayalı.
Kendimi bu şekilde rahatlatmayalı.

Belki takıntılarımı özlemişindir,
Bu aralar onlar yönetimi ele aldılar.
Bir sürü yeni yeni kuralları hep başıma sardılar.
Hareketlerimin üzerine, bir de düşüncelerimi ve konuşmalarımı kısıtladılar.
Ve evet tahmin edeceğin üzere yazmamı da...

İşte böyle bir delilik içerisindeyim,
Kendi yarattığım labirentin bilinmez bir köşesindeyim.
Etrafta akrep ile yelkovanın birbirlerini kovaladıkları saatler vardı önceden,
Zaman geçiyordu kafayı buna takmıştım hepten.
Şimdi ise etrafta her yönü gösteren oklar var,
Kuzeye mi gitsem, güneyden mi geçsem yoksa sadece batıya mı ilerlesem bilmem!
Ne istediğimi bilmeden, nasıl bulacağımı bilmeden, kalakaldım kararsızlıklar ülkesinde ben!

Fakat şunu düşünüyorum şimdi de,
Her insan kafasında kendisine bir kaftan biçiyor,
Kimisi boyundan büyük, yerlere kadar uzanan bir tane seçiyor,
Kimisi tam üzerine oturacak ebatları beğeniyor,
Bazısı kumaşını parlak alıp, üzerini altın yaldızlarla süslüyor,
Bazısı sadece kumaşı kaliteli olsun istiyor.
Kimisi de neyi bulursa onu üzerine geçiriyor.

Ben...
Kumaşı kaliteli,
Parlaklığı ile şık duracak,
Üzerime oturacak,
İstediğim yerlerinde de yaldızları az çok olacak,
Bana ait,
Zamanla güzelleştireceğim,
Belki dikerek şekil vereceğim,
Çok seveceğim,
Bir kaftan istiyorum....

18 Eylül 2010 Cumartesi

Tadından yenmez sonuçları olan zorluktur beni cezbeden

Kolay olanı seviyoruz...

Biraz zorlarsa bir durum bizi, hop hemen öbür tarafa kaçıyoruz.
Hele bir de alternatif mevcut ise, var olanla hiç uğraşmıyoruz, işimiz hallolduğu sürece kolaya tamam demekten çekinmiyoruz.
Bu tavır, bütün yaşantımıza yansıyor, ilişkilerimize, zevklerimize, yemeklerimize...

Kolay giyilebilir kıyafetler seçiyoruz mesela, genelde ayağımıza bir kot geçirip, üzerine bir bluz ya da gömlek bulup sokağa çıkıyoruz.
Hazır giyim cazip geliyor, moda olan kalıpların aynılarını üzerimizde uyguluyoruz.
Ama en çok, zamanla aranıp bulunmuş parçaların birleştirilmesi ile oluşturulmuş, üzerinde "düşünülmüş" olan kıyafetleri görüp beğeniyoruz.

Kolay okunan kitapları seviyoruz. Karmaşık cümleler boğuyor bizi, bir cümleyi iki ya da üç kere okuduktan sonra tekrar okuyup üzerinde düşünmeye üşeniyoruz.
Ancak o karmaşık düşünceler ile boğuşulduktan sonra ortaya çıkan ve basitçe o karmaşayı özetleyen özlü sözlere ise, bayılıyoruz.

Fedakarlıklardan kaçıyoruz. Kendimiz ile olan ilişkimizde bile, kendimizi tanımaya, değiştirmeye, geliştirmeye, gerçekten sevdiğimizi bulmaya gelince iş, zorlanıyoruz.
Başkalarını anlamaya çalışmak yorucu geliyor, onların yerine kendimizi koymak, hatalarımızı kabullenmek, affetmek, olgunluk göstermek, sanki olamazmış gibi görünüyor...

Bir yemek pişerken saniyeler ile yarışsın istiyoruz, mikrodalga fırınlar satın alıyoruz, malzemelerin hazırlanışı fazla detaylı olmasın istiyoruz.
Ölçüler kolay olsun, mümkünse hepsi hazır bir paketten açılıp dökülsün istiyoruz.
Halbuki en yumuşak etler, en kaliteli şaraplar, en tadı damağımızda kalan sebze yemekleri, zamanın etkisi ile lezzet kazanıyor, unutuyoruz.

Biz,
Kolay olanı seçiyoruz...
Ama genelde en çok beğendiklerimiz, zorluklar ile uğraşıldıktan sonra ortaya çıkanlar oluyor. Bu detayı hep atlıyoruz.

Sadece sonuçları görüyoruz, neden biz bunu yapamadık diyoruz?
Zor olanın meyvesini, kolayca elde etmek istiyoruz.
Ama işte o noktada yanılıyoruz...
Çünkü sarf ettiğimiz çaba kadar yaşıyoruz.
Kolay olanı seçmek, aynı zamanda, "kolay olanı yaşamak" oluyor.
Üzerinde düşünüp, uğraşmış olduklarımızın sonuçlarını elde ederek yaşamak ise tadından yenmiyor.

14 Eylül 2010 Salı

Zıtlıklar

Hayat kendi içinde zıtlıklar ile dolu.
Onları nasıl tanıyıp yorumladığımız esas sormamız gereken soru.

Başlasam saymaya aklımın ucuna gelen ilk örnekleri mesela...

Korkularımız içimizde yaşadığımız, dile getiremeden saklayarak büyüttüğümüz... Hep olumsuz zannederiz etkilerini.
Ama kimi zaman cesaret verirler, daha güçlü olmamızı sağlayıp bizi diriltirler.

Kararsızlıklarımız kafamızı karıştıran, ilerlememizi duraklatıp durduran...
Yönümüzü seçmemizi zorlaştırırken aslında, sağlamaz mı düşünmemizi her ince detayı?
Zaman zaman engellemez mi geleceğin olası pişmanlıklarını?

Pişmanlıklarımız... Hataların tekrar yapılmasını önleyen koruyucularımız...

Sıkkınlıklarımız ve bıkkınlıklarımız...Eğer düzeltmek istiyorsak mevcut durumu, bizi harekete geçirecek olan motivasyonlarımız, neyi istemediğimizi "bilmemizi" sağlayan uyarıcı yol tabelalarımız.

Kızgınlıklarımız... İçimizde tutmazsak, zamanla olgunlaştıran ve daha sabırlı yapan, kendimizi daha iyi tanımamızı sağlayan en dürüst duygularımız.

Her olumsuz içinde bir olumluyu saklıyor gibi.
Yeter ki dönüştürmeyi bilmeli.
Bardak dolu mu boş mu meselesi her birisi.
Durumumuza göre faydalı olanı düşünmek en iyisi.

19 Ağustos 2010 Perşembe

Hayata dair ufak ufak

Fazla etrafa bakmak,
İnce ince eleyip sık sık dokumak,
Sadece gözlem yapıp durmak,
Engel olabilir esasında istediğini uygulamana.

Kendini eleştirip durmak,
Yine kendin için bir türlü yeterli olmamak,
Yarışmak ama başarının tadını çıkarmamak,
Azaltabilir motivasyonunu her türlü oyunda.

Düşünmek,
Ama o kadar ki;
Düşünmekten kaçar hale gelebilecek,
Ne için düşündüğünü unutacak,
Başı ne idi sonu ne olacaktı bilmeyecek kadar düşünmek.
Yorabilir...Bıktırabilir...Sıkabilir...Seni zamanla.

Tabi birde ne istediğini bilmek önemli.
İstediğini bilmiyorsan da onu bulmak için aramak.
Kimi zaman sınırsız olup,
Yeri gelince kalenin kapılarını kapamak.

Hayata dair derler ya,
Çok düşünüp neler için hiç düşünmeyeceğini bulmak lazım aslında.

8 Ağustos 2010 Pazar

Tencere ve kapağı

Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş.

Tencere önce mevcut durumundan şikayetçi olmuş.
Belki kapaksız özeli olmamış,
Belki her yemeği pişirmek istemiş,
Belki de kapaklı olunca içi daha çok ısınmış,
Bu sebeplerden veya daha farklılarından, üstünün örtülmesine ihtiyaç duymuş.
Karar verince, kapağını aramaya koyulmuş.
Ama buradaki en önemli detay,
Üzerini örtecek olanın, kapağın yerine geçecek olan öylesine bir eşya değil,
Herhangi bir kapak ta değil,
Kendi kapağının olduğuymuş.

Verilmiş karar,
Tencere kapağını arar.


Tencere bu, nasıl hareket edecek?
Düşünmüş düşünmüş bulmuş sonunda yanıtı, tabiki dönerek!
Başlamış kendini döndürmeye, yuvarlanma olmuş sonucu işte.
Sonunu herkes bilir,
Kapağını bulan tencere pek bir sevilir.

Bir tencere deyip geçmemek lazım,
Mevcut durumunu gözlemleyip, ne istediğini bulmak,
İstediğini bulduğunda, bunun için harekete geçmek,
Harekete sadece geçmekle kalmayıp, sonucu elde edene kadar yuvarlanmak,
Sonucu elde edince de meşhur olup, dilden dile dolanmak,
Örnek alınacak, birbirine anlatılacak,
En sonunda isteniyorsa kendine uyarlanacak örnek bir davranış.
İşte bütün bu nedenler dolayı, kapağını bulan tencereye kocaman bir alkış!

5 Ağustos 2010 Perşembe

Kendi kendinin sansürü

Kelimeler su gibi akıp gitmeye hazır beklerlerken,
Ve zaten konuşmamayı tercih etmişken,
Rahatlamanın en kısa yolunun da bu olduğunu bilirken,
En kısa yolu seçmeyi de isterken,
Üstü kapalı bile olsa ima edebilecekken,

Aklıma gelen, beni sinirlendiren şeyleri kafamda dönüp duran düşünceler, takıntılar, korkular nedeni ile yazamayacaksam,

O zaman ne anlamı var ki normalde yazmanın, ben anlamam?

Yok! Anlamsız!

Kendi kendimin sansürü olmak zor, çok zor gerçekten.
Üstelik bu sadece yazı yazmada değil, konuşmakta da geçerli, yani ikisi birden.
Gerçekten sıkıldım kendimin bu halinden!
Hiçbirşey yapmak istemiyorum bu kadar kızgınken!

3 Ağustos 2010 Salı

Algıyı algılamak

Algı ile gerçeklik birbirine kimi zaman terstir.

Normalde uzaklaştıkça cisimlerden, ufalır görüntüleri esas boyutlarına göre.
Bu "gerçeklik" olarak algılanan durumdur işte.

Ama iş algılamaya gelince...

Ne kadar bakılırsa uzaktan.
Durumlara...Kişilere...
O kadar ulaşılmaz ve dev görünürler göze.
Kafadaki düşünceler, büyütmüştür onları sanki bir mercek ile.
Dönüştürmesi zordur oldukları hale hepsini.
Korkutabilir algının yanlış yönlendirmesi.
Kaçmadan önce durup düşünmek en iyisi.
Biraz zaman tanıyıp kendine, tartıp biçmek gerekir, kırmadan hevesi.
Hatta önyargıları atıp yaklaşmak, var olanı anlamaya çalışmak lazım, böylelikle gelir gerisi.
Ancak o zaman önlenir, yanlış algının gerçekliğe olan etkisi.

Hırtapoz kelimeler

Sinirlilik.
En sinir olduğum şeylerden biridir kibirlilik.
Kıskançlık. Çekememezlik.
En sinir olduğum şeylerden başka bir tanesidir içten içe bu düşünceleri yenmeye yeltenmemezlik.

İnsan.
Doğası gereği imrenir.
Ama aklını kullanıp mantığına hükmetmelidir. Duygularını yönetmelidir.
Evet zordur. Ama en azından denemelidir.
Öbür türlü olmayı istememelidir.

Evet faydası bol ama bazen zor olur ayrıntılar.
Ayrıntıların farkında olmalar.
Farkında olup, dışarı yansıtamamalar.


Kelimeler kimi zaman...
Çıkmaya hazırlardır ağızdan.
Hepsi üstünü başını giyinmiş,
Duşlarını almış, saçlarını taramış, bekliyorlardır kapıda.
Ama bir türlü açılmaz kapı.
"Kırmayayım, etmeyeyim, kimseyi üzmeyeyim."
"Konuşup, büyütmeyeyim" nedenleri ile kapıların açılmayacağı yazıları geçer duyurulardan.
Kelimeler içeride kalır.
Kimi zaman iyidir ama,
Fazla kişi kalınca içeride yer daralır.

Sonra ne olur?
Canları sıkılan kelimeler içeride başlarlar partiye!
Midenin tepesine inip, hop hop hop zıplayıp, dans edip, tepinmeye.
Bu sefer mide başlar söylenmeye.
Gidin başka yerde yapın eğlencenizi beni rahatsız etmeyin demeye.

Kelimeler yine kapıya gelir, beklerler belki çıkarız dışarı diye.
Ama yok, kapı kapalı açılmaz ise,
Karar verirler, bu kadar gelmişken kafaya çıkarlar ziyarete.
Kafanın orada;
Başlarlar birbirlerini kovalamaya.
Düşüncelerle dalaşmaya.

Bu kelimeler ilk başta
Doğru dizilmişlerdir, birlikte cümleleri güzelce birleştirmişlerdir aslında.
Ama bu kadar zaman içeride kalınca,
Aralarına,
Almaya başlarlar ufaklıkları "argo" adında.
Bu sefer birleşip, çete kurup, planlar yaparlar.
Konu başlığı ise,
Kapı açıkken dışarı kaçmanın yollarını aramalar.
Geceleri rüyalarda,
Gündüzleri düşüncelerin yanı başlarında dolaşır,
Her fırsatta araya girer, konuyu kendi argolu cümleleriyle belirlerler.
Bezdirmek için ellerinden geleni yaparlar.

Sonunda,

Ya kazanır kelimeler dışarı kaçarlar,
Yanlarına argolar ve sivrilmiş, şekil değiştirmiş arkadaşlarını alırlar.

Ya da kapının sahibi kazanır,
Kelimeleri planlarından vazgeçirir,
Başka cümlelerin içlerine yerleştirir,
Tamamen farklı düşünceler ile birleştirir,
Faydalı hale getirir.

Hırtapoz kelimeler,
Dönüşsünler birer birer,
Hepsi olsun yapıcı cümleler,
Düşüncelerin gelişmesine yardım etsinler.
Sinirliliği bir bir yensinler.

Liste

İlk olanı.
Tek olanı.
Benzersiz olanı.
Yaratıcı olanı.
İlham kaynağı olanı.
Ufkunu açanı.
Şaşırtanı.
Yapıcı olanı.
Doğal olanı.
Samimi olanı.
Değer bileni.
Mutlu edeni. Hafifleteni.
Farkında olanı. Fark ettireni.
Merağı sayesinde yeniyi bulanı.
Güldüreni. Gerçekten karnını kastıracak kadar "güldüreni".
Düşündüreni. Belki bir an. Belki günlerce.
Tek bir cümle ile gözlerini dolduracak kadar kuvvetli kalemi olanı.
Ufak bir hikaye ile hayatı tanıtıp, anlamana yardımcı olanı.
Farklı bir göz olup, bakılmayanı gördüreni.
Bilgiye saygısı olanı.

Mevcut olanları gözlemleyip, aynısından yapmayanı, kendisinden birşeyler katanı.
Kendisine "has" olanı.
Sıradan olmayanı.

Seviyorum...

2 Ağustos 2010 Pazartesi

Karmaşık kelimeler kutusu

Hava sıcak.
Aklım karışık.
Davranışlar ise fazla yatışık.

Yapıcı düşünceler biraz molada.
Gezmede, tozmada belki soru işaretlerinin yanıtlarını aramada.

Cümleler kısa.
Anlamlar için ise üç nokta...

Harekete geç diyen bir ses mi duydum?
Belirsizlikler döngüsünde manasız cümleler mi kurdum?
En zor cümlem acaba kaç kelime taşır diye mi düşündüm?
Kendimle bizzat korkulu rüyalarımda mı, yoksa hayallerimde mi görüştüm?
Görüşme öncesi kısa özgeçmişimi mi doldurdum?
Ben olmak için kendimi uygun mu buldum?
Yoksa biraz tecrübeye mi ihtiyaç duydum?

Başladı düşünceler kafamın etrafında dönmeye, dönmeye ve dönmeye.
Beni yediler ve karar verdiler bitirmeye...
Kendimin çok azına gelebildiğim vakitte,
Kafayı içi boş cümleler için yormama kursuna kaydoldum.
Çünkü biliyorum ki ben,
Karmaşık kelimeler kutusunun içinde kayboldum...

28 Temmuz 2010 Çarşamba

Düşüncenin Kavramı 6 - "Kukla"

Merhaba
Ben kukla.
Seni eğlendirmek, kimi zaman da düşündürmek için üretildim.

Hareket eder,
Konuşurum.
Dans eder,
Şarkı söyler,
Seni güldürürüm.
Farkedilmez aslında ama hissederim ben bir de düşünürüm.

Kimi zaman iplere tutunur,
Kimi zaman bir elin veya parmağın kılıfı olur,
Kimi zaman ise gölgelere bürünürüm.

Renkli kıyafetlerim,
Dikilmiş kumaşlarım,
Boyanmış tahtalarım,
Hazırlanmış sahnelerim vardır.
Hepsi de bana en uyandır.

Pek bilmişimdir.
Sahnenin tozunu çok yutmuşumdur.
Kamera karşısına çok geçmişimdir.
Tecrübem çoktur, herşeyden haberim vardır.

Beni "sadece kukla" sananlar,
Aslında pek bir yanılırlar.
Ama ben bu durumdan çok memnunum.
Çünkü ne düşünürsem söylerim.
Düşüncelerim ve söylediklerim bedenime yapışmazlar.
İnsanların benden beklentileri sadece;
Anlık davranışlar,
Eğlenceli dakikalar,
Biraz da ufak ufak ders almalar.

İşte bu nedenlerden dolayı özgürüm.
Nasıl istersem o şekilde görünürüm.
Hissettiğimi belli eder,
Hissetmediğimi de kenara koyarım.
Olmayınca beklenti,
Hayatıma kat kat rahatlık eklendi.

O yüzden SpectaKozmi seçti kelimeleri kuklası olarak.
Özgürlüklerinden etkilendi, oynatmayı sevdi onları biraz kafa yorarak.
Umuyor ki, kuklalar da beğensinler onun oyunlarını.
Kelime olarak daha çok uzun zaman yanında geçirsinler zamanlarını.

27 Temmuz 2010 Salı

Kelimeler tatilde

Kafadan çıkmayınca çıkmıyor.
Kelimeler tatile gitti bu ara, arıyorum telefonları cevap vermiyor.
Onların da dinlenmeye hakları var tabi, her daim çalışma olmaz!
Biraz beklemek bünyeyi herhalde fazla zorlamaz.

Ama ihtiyacım var dillendirmeye,
Şekillendirmeye,
Biraz üzerinde düşünüp gerçekleştirmeye,
Düşüncelerimi...
Kelimelerin yardımı ile...

Ne olur sanki en azından bir kısmı bu isteğimi görmezden gelmese!
Bu sıralar kafam çok dolu.
Gördüklerim, gözlemlediklerim depolarda birikip durdu.
Uyuyup uyansam bile,
Yerleştiremedim bir türlü hangi bilgi nerede kullanılacak diye.
Hepsi dağınık duruyorlar,
Kafamdaki rafların içinde.

Bütün bu düşünceler,
Birleşmeli ve oluşturmalı özgün fikirler!
Kendilerine yollar bulmalı,
Bazen sesli çoğu zaman yazılı olarak,
Yeri gelince dışarı çıkmalı,
Dünyaya izlerini bırakmalı.

Okumuyorum şu an ne yazıyorum,
Sadece kelimeleri çağırıyorum,
O kadar özledim ki anlatmayı,
O kadar kendime ait ki bu ufak yazılar,
Özlüyorum işte olmayınca gözlerim hep onları arar!

Onlar da dinlensin biraz bence,
Herşey daha değişik olur mu acaba tatilden hepsi dönünce?
Bekleyip duracağım,
Bu sırada da kelimelerime mektuplar yazacağım.

16 Temmuz 2010 Cuma

Tatil sonrası yemeklerin durum çağrışımları

İmam bayıldı...
Kumların üzerine yayıldı.
Yayık ayranı...
Bıraktı kendisini mavi turkuaz suya, bir sağa bir sola sallandı. İçi dışı bir oldu güzelce karıştı. Bakmadı o an telefonuna var mı arayanı soranı.
Bostan patlıcanı...
Güneşi gördü yattı altında. Kızardı renk değiştirdi sonra.
Kabak çiçeği...
Renkleri özlemiş onu anladı, geçirdi üzerine biraz pastel biraz parlak tonları.
Kalamar dolma...
Serdi tekrar havlusunu kumların üzerine ve açtı kollarını sağa sola, ayaklarınının tabanını gökyüzüne çevirdi, başladı uyuklamaya.
Mevsim salata...
Rüzgarla tanıştı sıcaktan soğumaya başlayacağı anda.
Sakız tatlısı...
Tazelendi, yenilendi, eskilerini attı üzerinden yenilerine yer açtı. Böylesi en akıllıcası.

Tanımlama

Çok sıcak bir havada pencereden ansızın gelen serinletici esinti...
Her sonu geldiğinde tekrar başa sararak izlemekten hiç sıkılmadığım bir dizi...
Duyduğumda bana hayaller kurduran bir melodi...

Uykunun en tatlı hali.
Kahkahanın en yüksek seslisi.
Acıkınca yenilen yemeğin en lezzetlisi.

Gerçekten sevdiğim yegane "zaman birimlerimden" biri...

En özgür ihtiyacım...
En çabuk alıştığım değişim...
En zor boşalttığım bavul...

Güzel bir tatil işte böyle birşey benim için...

24 Haziran 2010 Perşembe

Hava durumu

Mavi.
Parlak mavi. Daha kimse gelmemiş.
Bulut. Bir tane. İlk misafir.
Mavi gökyüzünde bir beyaz bulut.
Birkaç beyaz bulut daha.
Mavi gökyüzünde bir bulut kümesi. İlk davetli grup.
Gri bulut.
Açık gri. Beyaz ve gri bulutlar.
Beyaz ve gri bulutların arasından görünen mavi gökyüzü.
Koyu gri bulut.
Daha koyu gri bulut.
Gökyüzü gri. Koyu gri.
Hava...Karardı.
Gökyüzünde koyu gri bulutlar.
Beyaz bulut yok.
Işık. Parladı.
Bir koyu gri bulut diğeri ile el sıkıştı.
Bulutlar birbiri ile tanışmaya başladı.
Parti başladı.

Bulutlar birbiri ile tanıştıkça, sohbetin ve havanın rengi koyulaştı.
Bulutların arasındaki sohbetlere ait kelimeler, dökülmeye başladı.
Tanıştıkça bulutlar birbirleri ile, şimşekler çaktı.
Bulutlar konuştu. Yağmur damlaları çoğaldı.
Havadaki eğlence, etkilerini yeryüzüne yansıttı.
Şimşekler...Yağmur...
Bir süre sonra bulutlar, tekrar görüşmek sözü ile birbirinden ayrıldı.
Yağmur azaldı. Şimşekler kayboldu.

Yerler ıslandı. Bulutların sohbetleri etrafa dağıldı.
Yağmur damlaları buharlaştı, uçuşup gökyüzüne karıştı.
Daha sonra tekrar, birleşip, bulutları oluşturdular.
Her bir buluta, partide yapmış olduğu sohbet, birşeyler kattı.
Her bir bulutu, partide yapmış olduğu sohbet, büyüttü.

Koyu gri bulutlar.
Karanlık gökyüzü.
Açık gri bulutlar.
Açık gri bulutlar ve beyaz bulutların arasından görünen mavi gökyüzü.
Bir bulut.
Mavi gökyüzünde beyaz bir bulut.
Mavi. Parlak mavi.
Herkes gitmiş.

Yok

Gidip göresim. Yok.
Kalkıp gezesim. Yok.
Okuyup bilesim. Yok.
Gülüp geçesim. Yok.
Konuşup durasım. Yok.
Arayıp durasım. Yok.
Yaşayıp gidesim. Yok.
Cevap veresim. Yok.
Susup bakasım. Yok.
Ne yapıp ne edesim. Yok.
Merak edesim. Yok.
Heves edesim. Yok.
Yorum yapasım. Yok.
Bir tek yazasım...

23 Haziran 2010 Çarşamba

Kelime oyunu

Hisler. Bırakmadılar ki, ellerinde hep şu ipler!
Duygular. Nedenidir, kafam hep senaryolar yazar ve kurgular!
Korkular. İşte o yüzden yine aynı kafa herşeyi hep sorgular!
Kahkahalar. Çalıyorum kapıyı ama sanırım evde yoklar!
Düşünceler. Akşamından sabahına, kafadaki değişmez nöbetçiler!
Mantık. İsterim ki, unutmadan beni sıklıkla ortaya çık!
Rahatlık. Keşke olmasa sadece bir baharlık!
Ben. Kaç kelime ve hangileri gerekir kendimi tarif etsem, bilmem...

22 Haziran 2010 Salı

Bahçeler

Herkesin iyi kötü bir bahçesi var kafasında.

Kimileri unutur çimleri biçmeyi zamanında,
Uzar gider çimler, aralara türlü yabani otlar girer,
Sonradan bu otları bahçeden temizleyip atmak biraz uzun sürer,
Yerlere düşen meyvelerin fazlalarını toplamak gerekir birer birer,
Zamanında çok harcama yapılmış ve ekilmiş olsa bile türlü türlü bitkiler,
Şu bir gerçektir ki, bahçe her zaman ilgi ister.

Kimileri dünyayı dolaşır farklı tohum arayışıyla,
Ekip biçerler, büyütüp bakarlar ayrı ayrı buldukları her bir tohuma.
Herkes gelip görsün, izleyip fotoğrafını çeksin amacıyla,
Dolduruverirler her kuytu köşeyi bilinmeyen renklerdeki çiçek ve ağaçlarla.
Ama edinilen her yeni bitki farklı bir bakıma muhtaç olmakta,
Bu kimi bahçelerde zaman zaman unutulmakta.

Kimileri kurak bırakır toprakları,
Kim bilir, belki yetişir bir kaktüs ağacı!
Madem beklenir su olmadan, yeşil görmeden,
Zevk alabilmek için bahçedeki tek kaynaktan,
O zaman bilmek ve unutmamak gerekir;
İhtiyaç anında içindeki suya nasıl ulaşmalı,
İlk bahar olursa kaktüs çiçeklerinin görüntüsünü kaçırmamalı.

Sadece tek bir türü yetiştiren bahçeler de var,
Belki en fazla farklı renklerden oluşurlar,
O zaman gerçekten sevmek gerekir eldeki o tek türü,
Zamanla sıkılmaktan korkmadan büyütmeli her bir ürünü.

Her biri farklı bir kafanın görünümü,
Kimi zaman hoş gelir izlemek, örnek alınır bahçenin bir bölümü,
Kimi zaman içi biraz boş gelir, düşündürür, yeşertmek lazım bütününü,
Ama bazen de hür ormanlar rast gelir, içine girip geçirmek istersin ömrünü.

İnsanlık işte oluşturmuş çeşit çeşit bahçeler,
Kimisi dediğim gibi sadece gezip görmelikler,
Kimisi ise içinde yetişen ile dünyaları beslerler.
Her birine belli bir oranda ihtiyaç var kanımca,
Hem beslenmesi, hem de gezip görmesi gerekir insanın hayatı boyunca.

Hasta canı istemez pasta

Klimanın soğuk havası ile yapılan şeytani anlaşma sonrası,
Boğazımda bir dans festivali başladı!
Pistin üzerinde atılan adımlar, alttakini gıdıkladıkça gıdıkladı!
Burnumda ise fazla mesainin zilleri çaldı,
Depolar dolup taştığından, fazla ürünler mendillerle dışarı atıldı.
Kulaklarım kapılarını dünyaya kapadı, sadece birkaç milim aralık kaldı,
Kapalı yazısını okuyan dünyalı sesler ise, hep komşulara uğradı!
Bir ara ısı normalin üzerine çıktı!
Hemen harareti alması için sıvı takviyesi yapıldı.
Derken fabrikanın işlerine devam edebilmesi için yakıt azaldı!
Besleyici dünyalı sebzelerin borsadaki hisselerinin değeri birden arttı!
Sonunda mantık devreye girdi, yönetimi ele aldı!
Ufak haplar mideye doğru rafting yaptı.
O arada yazı yazmak ta, yazılanda mantık aramak ta, bir hayli zorlaştı!

18 Haziran 2010 Cuma

Hayatın modları

Kimi zaman basıp zamanın açma düğmesine,
Henüz görülmemiş bir filmi izler gibi,
Seyretmeye dalınır hayat.
O zaman kendi filminin sadece başrol oyuncusu olunur,
Yönetmen koltuğunda ise meşhur kader oturur.

Bazen eski bir kaset konulur oynatıcıya,
Hatırlanır eskiler, hatıralar.
Arasıra anmak güzeldir,
Ama oynatıcıda hep aynı kaset olduğunda,
Hikaye başa sarılıp sarılıp durduğunda,
Ne sonuç, ne ders çıkar ortaya.
Zaman kaçar gider, kafa dönüp durur hep aynı noktada.

Unutmamak lazım birde ne kendine ait hayatların,
Ne de hatırlanacak fazla anıların olmadığı durumları.
Zamanın aracılığı ile izlenilenin,
Hep başkalarının hayatları olduğunu.
İstenmeyen bir durumdur tabi bu.

En verimli zamanlar yaşanır;
Yönetmen koltuğunda,
Rolün başında,
Senaryonun kaleminde,
Sanatın yönetiminde,
Kendi filminin her karesinde,
Olunduğunda...

Her mod mevcut tabi hayatta.
İlk üç paragraf bazen geçerli olsa da,
Ne kadar arttırılırsa dördüncü paragrafın payı koca pastada,
O kadar dolu dolu geçer, yaşam da zaman da...

10 Haziran 2010 Perşembe

Fikir'in Hikayesi

Ve anlattı düşünce başka bir hikaye.

9 Haziran 2010 Çarşamba

Detaylar

Kimi zaman...
Hisli olmalı.
Detayları görmeli.

Gitardan çıkan ufak bir melodi ruhunu rahatlatmaya yetebilmeli.
Havanın güneşli olması yüzünü güldürebilmeli.
Hayatın sana sunduğu ufak güzellikleri biriktirebilmeli.

Kimi zaman...
Görmezden gelmeli.
Detayları atlamalı.

Ufak aksaklıklara takılmadan bütünü görmeli.
Minik çakıl taşlarını büyük engellere dönüştürmemeli.

Kimi zaman...
Görmezden gelmek istense de, görmeli.
Detayları kullanarak önlemini almalı.

Yüzleşebilecek kadar cesur olmalı.
Korktuğumuzun, çekindiğimizin üzerine gidip zafer kazanmalı.

Detaylar...Ayrıntılar...Minik minik arada saklananlar.
Sizi ne zaman görmek ve ne zaman görmezden gelmek gerektiğini iyi bilerek yaşamalı.

8 Haziran 2010 Salı

İdealist

İdealist olmak.
Fikrine göre hayatını yaşamak.
Hayatın gidişatını değil,
Düşüncelerin gidişatını esas almak.

Bazen düşünce ve fikir kafanı kurcalayabilir,
Yapmak istediklerine engelmiş gibi görünebilir,
Gereksiz, zamandan çalan bir oyalayıcı olabilir,
Kafanın içinden çıkarıp atasın gelebilir.

Bazen de düşünce ve fikir kafanı kurcalayabilir,
Yapmak istediklerin için tam bir köprü oluşturabilir,
Gerekli olan ve sana zaman kazandıracak tek kaynağın olabilir,
Kafanın içinden çıkarıp hayata geçiresin gelebilir.

Her iki seçenek te mümkün.
İçerisinden seçmeli ve oturmamalı tüm gün.
Ancak şaşırmamalı yolları,
Düşünce kimi zaman oyunlar oynar, kanmamalı,
Gereksiz gibi görünen belki de en gereklidir unutmamalı,
Ve gerekli gibi görünen aslında atılmalıdır kafadan, tutulmamalı,
Hepsini ince ince elemeli ve sık sık dokumalı.
Düşünce ve fikir kurcalamaya başlayınca kafayı,
Korkmadan ve sıkılmadan iyiyi kötüyü birbirinden ayrıştırarak yolları aşmalı.

31 Mayıs 2010 Pazartesi

Komiklik üzerine düşünce

Komik.

Kimi zaman durumlar.
Kimi zaman olaylar.
Kimi zaman gördüklerimiz.
Kimi zaman duyduklarımız.
Kimi zaman izlediklerimiz.
Kimi zaman düşlediklerimiz.
Ve bu komikliği farklı şekillerde yansıtabilen insanlar.

İşte bu insanlar,
Komik birşey düşlerler,
"Komik durumlardan ", "komik olayları " kurgularlar,
Bunları işleyip yine insanlara sunarlar,
Kulaktan kulağa dolaşarak duyulur bu "komik kurgular."
Ve paylaşılır kurgusal yapıtlar.
İzleterek, dinleterek, gözlemleterek, düşündürerek.

Ben.
Seviyorum komik insanları.
Güldürebilen mizaha sahip akılları.
Hayata biraz da gülümseyen taraftan bakan düşünce yapısını.

25 Mayıs 2010 Salı

Motivasyon

Motivasyon?
Arıyorum seni neredesin?
Hangi kuytu köşedesin?
Hayatım için sana biraz ihtiyacım var,
Devam edebilmemi sağlayan sadece şu güneşli havalar,
Tatil denildiğinde içimi bir heyecan kaplar,
Ama bir yandan da sorumluluklar var!

Motivasyon.
Ben mi bulmalıyım seni kendi kendime?
Ama zor oluyor kimi zaman bu sobelemece.
Bazen o kadar iyi saklanıyorsun ki,
Alışıyorum seni aramayı bırakıp, kendi halimle idare etmeye.

Motivasyon?
Yoksa yaratmalı mıyım seni içimde?
Peki nelerden oluşursun söylesene?
Var mı hazır bir formülün?
Yoksa tek tek mi eklemeli;
Yapabileceğini hissetmeyi,
Başarmayı istemeyi,
Kendine güvenmeyi?

Motivasyon?
Seni ortaya çıkarmak için sevdiğin bir şey vereceğimi söylesem?
Var mı sevdiğin birşey gerçekten?
Ne seversin sen cidden?
Hırs desem?
Başarıyı öne sürsem?
Parayı göstersem?

Motivasyon!
Bu son denemem!
Üç kere art arda adını söyleyeceğim!
Çıkmazsan gelip seni götüreceğim!
Motivasyon! Motivasyon! Motivasyon!

24 Mayıs 2010 Pazartesi

Nokta. Noktalama. Noktalama işaretleri konu olunca.

Nokta.
Bitirdim cümlemi. Yeniler için yer açın.

İki nokta:
Üst üste geldiğinde söyleyecek bir sözüm var. Ya da söylenecek sözlerim. Ya da söyleyecek sözleri olanlar için aracılık görevim.

Üç nokta...
Gerisini sen tamamla. Kelimeler kifayetsiz kalır kimi zaman derler ya...

Dört nokta:..
Bunu ben uydurdum, manasını da şöyle buldum;
Söyleyeceklerim olduğunu belirtirim, bunu bile bile bitirmem gerisini sen düşün isterim.

Virgül,
Bir nefes alayım, henüz bitirmedim. Mola vermek iyidir arada, yenilenmek yarar insana.

Noktalı virgül;
Açıklama yapacağım sırada... Çoğu zaman ardından gelecek cümlenin heyecanıyla.

Soru işareti?
Sorgulamak iyi midir aklına gelen herşeyi?

Ünlem!
Dikkati çeker, tepkimi belirtirim tümden!

(Parantez)
Matematiksel değilse içeriği, iç içe düşüncelerle süslenmiş demektir düşüncenin jeneriği. Matematik ise konumuz, o zaman önce parantez içlerinden başladığınıza emin olunuz.

"Çift tırnak kardeşler"
Alıntı yapmışlar önceden düşünülmüşten. Ya da söylenene dikkat çekmişler. Gerçekten kolay mı dikkatleri çekmek üzerine? Veya düşüncelere, kelimeler ile?

Kesme işareti '
Bazen yalın bırakmak gerekir kelimeyi. Ekler ile fazla uzatmamak. Sıkıldın mı da kestirip atmak!

"Denden
Üşengeç miyim? Yoksa zamanım mı önemli? Edeceğim lafın devamı hep aynı ise koydum gitti dendeni. Alışmak iyi değil dendene, hele hayat tarzı olarak benimsemek büyük tehlike.

Geriye kalan işaretler alınmasın,
Amaç saymak değildi onları,
Sadece noktanın ismi ile de başlayıp bitirebilirdim lafımı.
Ama kelimeler, iyi anlaştıklarından işaretler ile,
Süreklediler beni anlat anlat diye.
Ne yapalım, başa gelen çekilir,
Bu da benden dilbilgisiyle süslü düşüncenin minik bir denemesidir.

Bir değişim hikayesi

Bir hikayem var aklımda.
Yazdım koydum bloguma,
İlk bakışta dikkat çekmediyse eğer,
İşte bağlantısı tam burada;

20 Mayıs 2010 Perşembe

İçten içe monoton

Çoğu zaman yaşadığımız hayatın monotonluğuna,
Geçirdiğimiz günlerin arasına karbon kağıt konmuş olmasına,
Kafamızda farklı bir dünya var iken,
İçinde bulunduğumuz, yaşadığımız zamanın kafamızdaki şablonla uymamasına,
İşte bu yüzden yaşadığımız "an" yerine hep kafamızdaki dünyanın içinde olmamıza,
Kızarız.
Tepki gösteririz.
Bence...
İçten içe...
Kimi zaman...

O zamanlarda işte aynen böyle başı-sonu-ortası belli olmayan,
Konusu ve fikri hep monotonluk olan
Yazılar yazarız.
Sonrasında ise yazdığımızı beğenmeyip,
Taslak olarak kaydederiz.
Kafamızın daha dingin olduğu bir dönemde sağdan soldan törpüleyip,
İçeriğini süsle püsle zenginleştirip
Yayınla butonuna tıklayabilmek için.

Bugün ben bunu yapmıyorum.
Olduğu gibi yayınlıyorum.
Karmaşık kafa olarak etiketleyip
Huzurlarınıza sunuyorum.

13 Mayıs 2010 Perşembe

Düşüncenin kavramı 5 - "Kovalamaca"

Hayatımızı oluşturan kavramlardan birtanesi: "Kovalamaca"

Zamanı oluşturan ikili, biri uzun diğeri kısa.
Akrep ile yelkovan kanımca.
Kovalar dururlar birbirlerini.
Ama hangisi hangisini?
Saatler mi dakikaların peşinde yoksa dakikalar mı saatlerin?
Oynarlarken "kovalamaca", tanımlarlar zamanı hiç farkındalar mı acaba?

Çocukken başlayan sevdiğimiz oyun kovalamaca...
Bahçede, okulda, evde, parkta.
Yer zaman farketmez, çocuğuz ya!
Biri olur ebe, diğeri der sobe.
Koşar durur, arada bağırır, hiç olmadı saklanır bu oyunlara mensup her bir üye!

Büyüdüğümüzde pek değişmez bu durum aslında,
Bu sefer mecazi anlamda başlar o bildiğimiz kovalamaca!
Erkek mi kızı tavlacak?
Kız mı taktiği uygulayacak?
Bakalım bu işin sonu tatlıya nasıl bağlanacak?

Yaşamın içinde de kovalarız hep.
İş adamları yeni sektörleri, müşterileri, fırsatları...
Gazeteciler yeni haberleri...
Modacılar yılın trendlerini...
Biliminsanları yeni keşifleri...
Paparazziler ünlüleri...
Köpekler kedileri...
Kediler fareleri...
Fareler peynirleri.
Liste uzar uzar gider. Dünya döner döner döner. Hayat kovalamaca ile geçer.

12 Mayıs 2010 Çarşamba

Oyunumun adını arıyorum

Bugün güneşli güzel bir hava var,
Bu aralar da, kafamda tek bir düşünce var.
Hayatın gidişat rüzgarına kaptırmışım kendimi,
Nereye isterse oraya sürüklüyor beni.

Ama ben istiyorum ki artık kararların ipini
O değil ben tutayım,
Dümende durup yön veren ben olayım.
Neydi o cümle kaç gündür kafamdaydı hani,
Hah buldum, günü kurtarmak için değil istediğim için yapmak istiyorum birşeyleri,
Günlük yaşantının rutinliği kaçınılmaz kimi zaman elbet,
Ama istediğim günün rutini beni mutlu edecekse,
Değer o zaman oturup üzerinde düşünmeye,
Karar verip harekete geçmeye.

Önce yazmam gerek kafamdan neler geçiyor?
Tanışmam gerek içimde gerçekten kim yaşıyor?
Hep kendimizle yaşıyoruz şu hayatta aslında ama
Kaçımız gerçekten tanıyor kendisini ve içindeki sese kulak veriyor?
Gerçekten ne mutlu eder kendisini kim biliyor?
Yön vermezsek kendi hayatımıza,
Yörüngesini değiştirmezsek gidişatımızın,
Hep kabullenme ve sabır testleri bizi mi bekliyor?

Ama ben kabullenmek istemiyorum,
Kendi kararımı vermek istiyorum,
İlerisi için şu zamana kadar fedakarlık yaptıysam,
Hayatım boyunca zamanımı geçireceğim günlerimi de
İstediğim ve sevdiğim birşeyleri yaparak geçirmek istiyorum.
Kendimi tanımak ve neyi gerçekten sevdiğimi bulmak istiyorum.
Eğer varsa yeteneğim keşfetmek istiyorum.
İçimden geliyor bu his engel olamıyorum,
Neden daha iyisini ve beni daha mutlu edenini yapabileceğimi hissediyor iken
İdare edeyim ve kabulleneyim?

İzleyici olmanın dışında,
Biraz katılmak lazım hayata.
İnanmak bence en büyük başlangıç.
Ben kendime inanıyorum,
Ama okyanusa da öylesine atlamak istemiyorum.
Üzerinde düşünüp ona göre karar vereceğim
Tüm seçenekleri ortaya serip sonuçlarını düşüneceğim.
Gerekiyorsa zırhlanıp, gerekiyorsa pelerinimi giyip,
Kendime göre seçeceğim.
Ve umarım,
Doğru bir karar vereceğim.

10 Mayıs 2010 Pazartesi

Şaşı bak şaşır

Hani uzun süre baktıktan sonra farklı şekillerin göründüğü şaşı bak şaşır oyunları vardır ya...
Bazen hayatta karşımıza çıkan olaylar da içerisinden çıkacak olan o sürpriz sonucu yakalayabilmemiz için belli bir süre şaşı bakmamızı gerektirebilir.
Bazen şaşı bakmak gerek hayata... Bakış açımızı değiştirmemiz...

21 Nisan 2010 Çarşamba

Düşünce oltaya takılınca

Bazı günler olur yazı yazamazsın.
Ne yazdığını beğenir ne yeni birine başlarsın.
Yarım kalır her başlangıcın.
Tamamlayamazsın hevesin yetmez, lakin yazma isteğin hiç tükenmez.
Aslında tek yapman gereken basit düşünmek.
Böyle zamanlarda öyle çok süslü kelimeleri ve düşünceleri hedeflememek.
Zaten biraz da kendin için yazıyorsan, fazla gelen yükleri üzerinden atıyorsan,
Neden gereksin ki belli bir konu üzerine mutlaka düşünüp yazmak?

Kimisi müzik eşliğinde yazmayı sever kimisi sakin kafa ile,
Ben ise yazarım duygularım ve düşüncelerim beni itelediğinde.
Belli bir kırılma noktası var yazmamın,
Kelimeler yoluna girdiği an hisseder ve başlarım,
Fazla mola vermem o tür zamanlarda
İlk paragrafı açar sonunda noktayı koyarım.

Bazı zamanlar ise oltaya yemi koyarım,
Atarım düşüncelerimin okyanusuna sonra keyfime bakarım,
Üzerinden zaman geçer, o sırada başka yemler diğer düşüncelerin midelerine düşer.
Ben kontrol ederken attığım o yemleri,
Birden başlar olta sallanmaya tut beni der gibi,
İşte o zaman geri dönerim geçmişteki başlangıcıma ve başlarım yarım kalan işimi tamamlamaya.
Böyle zamanlarda yine kelimeler, yollarını bulur ve ilerlerler.

11 Nisan 2010 Pazar

Başlığın ne olduğunun bilinmemesi

Can sıkıntısı.
Hafta sonundan elde kalan zaman kırıntısı.
O da bitti bitecek.
Büyük bölümünü uyku alıp götürecek.

Durgun bir hal.
Ne geçmiş, ne şimdi, ne gelecek için düşünecek bir güç şu an bende var.

Belki alır götürür bu düşünceleri kafamdan, bu duyguları içimden diye, yazıya güvenilmesi.

Mide yanması.
İçilen o iki kadeh şaraba kızılması.

Çevre çemberimin çapının düşünülmesi.
Uzun görünümlü kısa çapların beni rahatsız etmesi.

Kendime anlam verilememesi.
Kabullenmek ve sonra düşünmek denilip, dinlenmeye çekilmesi.
Evet, sanırım şu an için bu en iyisi.

1 Nisan 2010 Perşembe

İnsan düşünür, insan zeki

İnsan düşünür. İnsan zeki.

Neden?
Hayatta kalmak için maddeyi kullandı..
İlk aleti tasarladı.
Mızrak yaptı avlandı,kendisini savundu, hayatta kaldı.
Çanak yaptı, yemek yedi.
Çadır yaptı, uyudu.
Ateşi buldu, ısındı.
Toprakla buluştu, yerleşti, kentler, medeniyetler kurdu.
Sistemler kurdu, suladı, kazıdı,yetiştirdi,inşaa etti, yaşadı.
İlerledi, meşale gibi bilgiyi soydan soya aktardı.
Dünyayı gezdi, tanıdı.
Bilgiyi evrensel saydı, birikimini hep arttırdı.
Yeryüzüne hiç olmadığı kadar alıştı.
Bilimle uğraştı, sanatla uğraştı, gördüğünü algıladı, görmediğini sorguladı.
Savaştı. Doğrusunu bulana kadar denedi ve yanıldı.
Sanayi..Teknoloji..
Derken insan,
Yeryüzünde binlerce yıl yaşadı.

İnsan düşündü. İnsan zeki.

Peki,
Hiç var olmasaydı doğa gördüğü ve algıladığı şekilde insanın...
Tasvir edebilir miydi içerisinde türlü evrenler olan okyanusu, ormanları?
Bilebilir miydi renk nedir? Ormanın vahşi yeşili nasıl olur?
Göklerin mavisi nasıl okyanusların laciverti olur?
Çıkarabilir miydi rüzgarın sesini?
Yapabilir miydi kendi ağırlığının kat kat fazlasını taşıyabilen minik bir karınca?

Varolanı algılamak ve onu anlayıp farklı bir yerde bir amaç için kullanmak.
İnsan bunu yaptı.
Ya algımızın dışında olanı düşünmek?
Onu farkedip gerçekleştirebilmek?

İnsan düşünecek. Çünkü insan zeki.
Çok gelişme kat etti. Fazlasını kat edecek.
Ama...
Bunların hepsini, doğanın ona izin verdiği kadar yapabilecek.

Düşüncenin kavramı 4 - "Karar"

En az iki. Durum.
Kısıtlı. Zaman.

Düşünmek. Etkileri.
Göze almak. Sonuçları.
Olmak bazen. Gözüpek.
Arkasında durmak. Verilmiş kararın.
Ders alıp, aynılarını yapmamak. Hataların.

Yani,
Gerçekten gerekli. Karar vermenin kendisi.

Nota, insan ve enstrüman

Hayat bir melodi,
Notaların kaynağı ise insan,
Yaşadığı zaman da kullandığı bir enstrüman...

İşte bu İnsan;

Kimi zaman gitarın tellerinde dolaşır,
Zamanla farklı notalara ulaşır.
Kalabalık ya da yalnız olur,
Tellerin yarattığı sesler ona göre duyulur,
Tek bir notanın ya da akorların kaynağı budur.

Kimi zaman piyanonun tuşlarında yürür,
Uzaktaki kalabalığın notalara ayak bastıklarını görür,
Birleşince sesler iki farklı seviyede biri kalın diğeri ince,
Oluşur bu topluluktan şahane bir beste.

Kimi zaman ise flüdün nota dolu havasında uçar,
Nefesle içeri girer farklı kapıları açarak dışarı çıkar,
Bu sırada etrafa müziğin en yumuşak halini yayar.

Yaşanırken tüm bu olaylar,
Hayatın melodileri duyulmaya başlar,
Her insan farklı bir enstrümanın notası,
Seçimleri, tecrübeleri, yaşam şekli de cabası,
Kimisinin yavaş kimisinin hızlı tempoda,
Bazen hepsi tek bir sol anahtarının yanında.

Birleşince bütün bu melodiler,
Toplanmış olur orkestra, başlar tüm konserler,
Bir yandan dinleyen tüm seyirciler,
Aslında her biri bu eserin sahibidirler.

30 Mart 2010 Salı

İki surat biri ağlar diğeri güler

Bir sahne.
Kocaman.
Ufuk çizgisinde görünür en arka sırada oturan.
Ama koltuklar boş, ışıklar loş.
Yaşanmışlıklar birtek etrafta dolaşan...
Sahnenin tozu henüz havalanmamış...
Yeni oyuncuların genzine kaçmamış...

Fakat alışkın bu oda alkışlara,
Sahnenin üzerinde dolaşan çılgın ışıklara,
Değişmeden duramayan dekorlara,
Ayağa kalkıp bir ağızdan çıkan bravolara,
Uğruna bir ömür verilen mutluluk gözyaşlarına,
Son defa oynanan refleksleşmiş oyunlara,
Gala gecesinde özel konukları ağırlamaya.

Dile gelse de konuşsa derler ya şu duvarlar,
Onları en iyi anlatanlardır hatıralar,
Kim bilir ne hayatlar görmüş,
Ne taraflar tutmuş,
Ne hıçkırıklar duymuş,
Ne kahkahaların nedeni olmuş,
Neler unutmuş ve unutturmuştur.

Zaman geçer, oyun değişir,
Bunların hepsini bilen tek bir kişidir,
O da tiyatronun kendisidir,
İnsanın insana verdiği en güzel değerlerden birisidir.

Kelimeler ve dipteki inci

Bazen işte böyle olur,
Kelimeler bana pek bozulur,
Sörf tahtası olacaklarına düşünce okyanusunda,
Fikir dalgası gelince dört adam boyutunda,
Üzerinde kayarak ona yol açacaklarına,
Dalgıçlık yapıp başlarlar dipteki inciyi aramaya.

Peki sonra ne olur?
Dalga gözden kaybolur,
İnci desen ha deyince nasıl bulunur?

Ortada bırakırlar beni,
Ya görürsem sonra köpekbalığı yüzgeci!
Köpekbalığı burada yazamamak korkusun bir tasviri,
İnci uğruna sattı bu kelimeler beni.

Neyseki yüzerim istersem karaya,
Köpekbalığı sakın beni yanlış anlama,
Bir dahaki sefere yaşarsam aynen böyle bir macera,
Bulduğum inciyi sana ithaf edeceğim,
Ve tehlikeli sularda yüzmeyeceğim.

27 Mart 2010 Cumartesi

Yazmak

Bazen hiç enerjin olmasa da kalkmaya, oturmaya,
Yakıtsız çalışır kafandaki fabrika.

Üretir sen istesen de istemesen de,
Kimi zaman durdurmaya yeltensen de,
Dolup taşar depoların,
Kullanılmayan düşüncelerle.

Fazlasını taşımak zor olur,
Stoklar dolunca zayiat bol olur.
Ne yenileri üretilince kendilerine yer bulur,
Ne de eskileri orada olmaktan mutludur.
Peki bu fabrika nasıl kurtulur?

Anlatarak kurtulmak bir yoldur.
Ama fazla üretim derdinde,
Bulmak zordur dinleyeni ürün her depoya düştüğünde.
Hele yargılanmak, güvenmek düşünceleri de dolaşırsa bazen tepende.
Başlar yine hazımsız mide kafanı ütülemeye.
O zaman yazmak lazım bir yere,
Kelimeler sırt çevirmezler isteyene.

Yazarken düşünürsün,
Kendinle buluşursun,
Sorgulayan, soran tek kişi olarak,
Bir tek sen bulunursun.

Hele kelimeler bir başlarlarsa dans etmeye,
Stoklar boşalır, yetmez fabrikanın gücü onlara yetişmeye.
Zihnin hafifler,
Miden rahatlar,
Kafandaki mutluluk festivali başlar.

Bir de boşalınca fabrikadaki stoklar,
Makinalar daha farklı çalışmaya başlar,
Fazla üretilen o gereksiz zırvalar,
Bir bakmışsın olmuş bembeyaz sayfalar.
Hepsi yeni bir başlangıca hazırlar.

26 Mart 2010 Cuma

Düşüncenin kavramı 3 - "Aksesuar"

Süslüyüm, püslüyüm.

Kimi zaman klasik bir güzellik.
Kimi zaman paha biçilemez bir özellik.

Dikkat avcısı, gurur kamçısıyım.
Renklerimle insanları tavlar, iltifatları toplarım.
Bazen benden az bulunur, görenlerin iç geçirdikleri çok olur.
Sadece kadınlar değil, erkekler de bana vurulur.
Üzerime anlamlar yüklenir,
Sorumluluklar bana verilir.
Özel günlerin manası, sonsuzlukların mirası denir.

Bazen nasıl görüneceğim tasarlanır,
Bazen ne kadar edeceğim tartışılır,
Her türüm, her şeklim var benim.
Madde şeklini buldu ben üretildim.

Kararsız bir safsata

Bilemedim, karar veremedim...
İster miyim, istemez mi?
Mırım kırım...
Ne yapsam ne etsem?
Yok mu bana akıl sır erdiren?
O kelime mi yoksa bu kelime mi...
O yol mu bu yol mu...
O da ne seçenekler bol mu?
Sarı mı mavi mi mor mu yeşil mi?
Uzun mu kısa mı yoksa en dar olan mı?
Nasıl karar vereceğim...
Aklımı da alıp buradan gideceğim.

Korku

Hayatta bizi sınırlayan nedir sorusuna verilecek ilk cevap.
Korkular, endişeler..
Kafamızda yarattığımız o siyah atlı kara şovalyeler..
İnsanız ya, hissediyoruz ya, hiç olmadan da olmaz deriz ya,
Mutluluğa kucak açarız da, ya korkularımıza?
Aslında kaçmaya çalışırken onlardan
Esir almazlar mı bizi bir yandan?
Belki de kaçmak yerine, üstlerine gidip savaşmak en mantıklı olan.
Bakış açınızı değiştirdiğinizde..
Objeye alttan değil sağdan veya soldan ya da en ışık alan taraftan baktığınızda...
Ya da bazen sadece kabullenip üstesinden gelmeye çalıştığınızda..
Daha kolay olur mu yaşamak?
Güçlenir mi insan yüzleştikçe?
Boğulmaktan kurtulur mu?
İnanmak...Yapabileceğine.
Kaçıp saklanmak yerine, durup savaşmak, üstesinden gelmeye çalışmak.
Korku sinsice gelir, önce düşüncelerimizi ele geçirir, bizi en merkez noktamızdan vurur.
Sonra yayılır vücudumuzun her köşesine.
Neden peki?
İşte size bizim yarattığımız bir ironi.
Esas varolma sebebi korkunun aslında hayatta kalma dürtüsüyken,
Hayattan kopmanın eşiğine getiren nedir bizi?
Korkunun nasıl kullanıldığını bilemediğimizden mi?
Gerçekten tehlikeyi korkusu sayesinde hissettiğinde savunmaz mı insan kendisini?
Korku aslında bizim yanımızda olan kara şovalyedir, bizimle birlikte savaşandır, bizim savaştığımız ise gerçek hayattır.
O yüzden kaçıp saklanmak yerine hayattan...
Yüzleşip, güçlenmek lazım,
Korkunun, endişenin bize yardım etmesine,
Çıkış yolunu bulmak için önümüzden yürümesine,
Kendimize güvenip, korkunun kendini sadece gösterip yerini cesaret ve güce bırakmasına,
İzin vermemiz lazım.
Korkudan korkmamak lazım...

25 Mart 2010 Perşembe

Yazmaya çalışmak...biraz zorlanmak

Yazmak. Ama ne şekilde?
Komik mi güldürsün, derin mi düşündürsün?
Devrik cümleler mi başa gelsin?
Düz yazı mı etrafı beyaza boyasın?

Ne türde olsun?
Kelimeler duygu yüküyle dökülüp şelaleyi mi oluştursun?
Konuyu atıp tutan jonglör kelimeler mi coşsun?

Bilemedim, karar da veremedim. Bazen sadece olduğu yerde bırakmak, sonra da dönüp bakmamak gerekirmiş. O zaman döndüm, gittim. Aklımdakini tasvir edemedim.

24 Mart 2010 Çarşamba

Düşüncenin kavramı 2 - "Blog"

Kimisinin çıkış kapısı,
Kimisinin dert ortağı,
Kimisinin keşfedilmek için umut kaynağı,
Kimisinin heryerden ulaşacağı modern günlüğünün kapağı.

Yazarlar, çizerler, fotoğraf çekenler, araştırıp bakanlar, yemeğini yapanlar, hobisini satanlar, giyinip duranlar, dolup taşarlar, ortak bir kapıda toplanırlar.
Yeni dünyada insanlar, bu yolla seslerini duyururlar.

Kimisi hayata bağlanır,
Kimisi parasını kazanır,
Kimisi sadece paylaşır,
Bu dünyada meşhur olmak güzel bir sanattır.

Sokaktan geçip durana
Soramazsın fikrin ne şimdi hadi de bana
Bakabilir öylece suratına
Dönüp gider sonra salına salına

Ama gidersin bilgisayar başına
Açıp bakarsın varsa onun bloguna
Kafasının içini hayatını bilirsin
Paylaşırsın fikirleri onaylarsın doğru görünüyorsa sana

Eskiden olsa böyle olmazdı,
İnsanlar birbirleriyle konuşmaktan korkmazdı,
Ama ne yapalım artık büyük şehrin kanunları farklı.

İroni mi yoksa modern çağın devrimi mi...
Bırakır kafalarda bir soru işareti.
Hangi kavram olursa olsun,
Sevilir blogların hakimiyeti.

Takıntılarım ve ben

Takıntılarım artık ayrılmaz bir parçam gibiler sanki
Her gün bir yenisi eklenir oldu.
Kalemlere dokunamamamdan sonra,
Dolabım giyilemeyen kıyafetlerle doldu.

Bir dönem sayılar hükümdardı takıntı imparatorluğuma
Tamamen rastlantısal bir algoritmayla
Bazıları doğruydu bazıları yanlıştı kullanımda
Çiftlerden ve teklerden seçilmişler vardı
Diğerleri yasaktı, kullanılamazdı olmazdı.

Son favorim yön ile ilgili olanlar
Baktığım nesnenin ortasından kocaman bir vektör fırlar
O yön uygun mu değil mi kafam sorgular
Neye göre derseniz orası tamamen karışık
Ama beni çok kısıtlar bu durum orası apaçık

Biliyorum her insanda olabilir bu tarz takıntılar
Ama benimkiler inanın bilinenlerden çok uzaklar
Hepsinin kaynağı şu batıl inançlar
Keşke hep üretip durmasam yeni yeni versiyonlar.

Sorgulayıp dururum kafamda
Yapacağım bir sonraki hareket, düşüneceğim bir sonraki düşünce
Acaba uygun mu takıntı prosedürlerine diye.
Ve bu çok zorlar beni,
Beynimi, aklımı, kafamı,
Çalar götürür değerli zamanımı.
Şu yazıyı yazmak bile belki bir aşama,
Umarım gelir gerisi özgürlüğüme giden yolda.

Ah takıldı peşime takıntılar beni bir türlü bırakmazlar.

23 Mart 2010 Salı

Düşüncenin kavramı 1 - "Dondurma"

Düşün ufak tepeler
Soğuk üstleri ellerin titrer
Ama görünüşe aldanmamak lazım
İçlerinde pek bir şekerler

Hemencecik aklıma geldi meyve ve çikolatayla bezenmiş sütlü soğuğun tadı
Herzaman canım çekmez ancak güneşle iştah işbirliği yapınca
Düşüverir aklıma dondurmanın adı
Buluşunca tad duyularım o lezzetle, düşünürüm işte bu hayatımın anlamı
Kimisi tatlının arkadaşı, kimisi külahımın başı, kimisi tropikal ülkelerin minik bir adası.
Küçük insan büyük insan her yaştan her daldan birçok insan,
Severler dondurmayı eritmeyi ve lezzete doymayı.

İşte yedim bir top dondurma
Midem dedi ara sıra bizi buluşturmayı unutma.
Meyvelisinin üzerine çikolata sosu,
Hepsinin üzerine de antep fıstığını koymayı hep ama hep hatırla.

Ne anlar düşünce kavramları görünce

Kendime ödev verdim bugünden itibaren aklıma gelen ve seçtiğim (normal yazı akışının dışında) bir kavram ya da bir nesne üzerinde özellikle düşünüp yazacağım.Burada önemli olan özellikle düşünecek olmam. Yani kelimelerin gelip beni bulması yerine ben onları arayacağım zihnimde.

Her başlığı da Düşüncenin kavramı #- "seçmiş olduğum kelime" olarak isimlendireceğim.

"Ne anlar düşünce kavramları görünce"nin başlangıcı.

Merak

Merak;

Eğer doğru yoldaysanız sizi tepelere taşıyan aracın yakıtıdır. Size enerji verir, güç verir, inanç verir, yaşama sevinci verir.

Manasızca kullanıldığında elinizdeki zamanı çalan bir hırsızdır. İsteseniz bile vermez, geri getirmez, izini kaybettirir ve bulunmaz.

Yanlış bir yerde, yanlış kişilerle iseniz tehlikeli olabilir, karşı koymanız ve onu kullanmamanız gerekir.

Bazen yanında şansla birlikte gelir, beraberinde sürprizler ve açılan kapılar eşliğinde.

Bilimin temelidir, düşüncenin temelidir, sanatın temelidir.

Çok farklı formlara girebilir, ama bu tamamen size bağlı olan bir değişimdir.

Meraklı olmak, görünenin ardındakini sorgulamak demektir,

Gördüğünü bildiği ile eşit halde tutmamaktır, görülmüş olan ile bilinenler terazisinde bilinenlerin ağır gelmesi için yanına konulan ağırlıktır.

En basitinden merak kavramını merak etmek bu yazıyı yazdırır.

İlkbahar

Bazen yazacak birşey bulamazmış çünkü içi durgun olurmuş,
Yapacak birşey bulamazmış ya da birşey yapmak istemezmiş
Bazen birşey yapmak istese de kendini zorlayamazmış, o kadar gücü olmazmış,
Kimi zaman da kendisini zorlasa bile yaptığını beğenmez, dönüp baktığında yok bu
olmamış dermiş
Mevsim değişimleri herkesi değişik, onu ise bazen bu şekilde etkilermiş,


Aslında mevsimlerin hepsi birer tiyatro oyunuymuş, sahneyi ise oyuncular hazırlarmış...

Kıştan yaza geçişlerin , sıcaklığın, uzayan günlerin meşhur habercisi ilkbahar oyunu perdelerini aralamış,
Sahne dünyaymış.

Sabahları sıcak hava moleküllerini ve ışıkları dağıtan bahar elçileri daha sıkı çalışmaya başlayıp, akşam mesaisine kalmış.
Hayvanları kış uykusundan kaldıranlar da aslında onlarmış...
Bahar modacıları ağaçları, çiçekleri, bitkileri ve nihayetinde ormanları gezip süslemeye başlamış
Sabah korosunu çalıştırma görevinde ise müzisyenler yer almış,özellikle kuşlar hep ön plandaymış...
Donan herşey çözülmüş, sular çoğalmış...
Yaşam yeniden canlanmış,
Bütün oyuncular canla başla bu oyunu ortaya çıkarmış.
Seyirciler ise daha çok insanlarmış, etraflarında olanlara bakar bakar oyunu izlerlermiş, aralarından ara sıra oyuna katılanları da çıkarmış.
Yeryüzünün en güzel senaryolarındanmış ilkbahar,
Galasından son oyununa kadar koltukları hep dolar dolar taşarmış.

Bakmış yazdığına düşünmüş.
İçinden geldiği kadarını yazmış.
Belki sonra daha iyisini bulur,
"İşte bu" diyeceğini yaparmış.

10 Mart 2010 Çarşamba

Lunapark

(Mesela ben..Çok mutluysam eğer,
Dönmedolabın en yüksek bölümüne bir adım kalmış gibi hissederim.
Öyle heyecanlanır,
Öyle umutlanır,
Öyle hayalini kurarım en tepede olacağım anların..)

Girdiğiniz zaman lunaparkın kapılarından,
Buradaki duygular,
Birbirleri ile yarışırlar.
Hangi kapıyı tıklasanız
Sizi hoş karşılarlar
Bir aldılarmı içeri,
Dönemezsiniz öyle gerisin geri

Korku tünelidir en popülerleri
Düşününce aklınızda beliriverir içerisi..
Korkunun rengi ile boyanmış duvarlar
Alıştığımız, o normal kavramından uzak yaratıklar
O yaratıklarda düzeni, tahmin edilebilirliği bozan davranışlar
Gürültüye dönen sesler,
Karanlıkla kavgalı renkler,
Dikkat hırsızı ışıklar..
Yönlendirirler bizi istedikleri gibi..
Ele geçiririp korku ve endişe hislerini,oynatırlar gölge oyunu ikilisini.

Derken gideriz dans eden o kadına,o kocaman kayığa, o uçan arabalara..
Biraz heyecan biraz gerilim uğruna..
Başlarız döne döne uçmaya
Normalde alışık değiliz bu kadar hıza..
Aslında bir yandan güvenmesek o kadına, o kayığa, o uçuran arabalara
Niyetimiz yoktur tekrar korkmaya
Heyecan ve gerilimdir bizi kendine çeken
Tek amaç uzaklaşmak o rutin hislerden..

Vardır her lunaparkta bir atlı karınca,
Hemen atlarız o masalımsı dünyaya..
Renklerin ve masalların içine bırakıveririz kendimizi
İçimizdeki saklanmış çocuk çıkıverir ortaya
Renklerle, müzikle, masallarla döneriz etrafında
O çok özlediğimiz dinginlik bir bakmışız yanımızda..

Karnımız acıkır kendimizi ödüllendiririz bir pamuk helvayla, bir çikolatayla.
Sonra bakarız dönüp duran, sönüp yanan bütün ışıklara ve duygular kapılarına.
Duyarız sesleri...Korkunun, heyecanın, kahkahaların, mutlulukların...
Görürüz endişeli korkmuş yüzleri, gülümseyenlerin yanında..

Anlar mıyız acaba? Bu lunapark hayatın kendisidir aslında...
Eğlenmek için gireriz içeri..
Ve yaşarız az çok, bütün bu hisleri...

8 Mart 2010 Pazartesi

Gri-kahve

Yorgunum,bıkkınım, benzini bitmiş bir otomobil, suyu azalmış bir bitki, hevesi kaçmış bir çocuk gibi...
Hava grinin en kahverengi tonlarında yoğun, sıkıcı bir o kadar da enerji çekici...
Zaten bugün pazartesi, yeni çağın yeni günah keçisi..
Düşündürtüp duruyor bana...
Acaba bulmam mı gerek aklımdaki madeni? Bana enerji verecek o değerli hazineyi?
Yola koyulmam mı dinlemeden kafamdaki "ama"ları ?
Kısa bir özetle...Aklıma fazla yazacak birşey gelmese de...Atarım az çok hislerimi içimden birkaç cümle ile..

4 Mart 2010 Perşembe

Kozmik güçlerin tıkırtısı

Ani bir ses duydu. Hemen gözlerini açıp salondan yatak odasına doğru koştu. Pingur yine kapıyı kapatmıştı. Hay aksi! Dışarıda şimşekler çakıyor ve şiddetli yağmur yağıyordu. Gece tüm karanlığını cömertçe etrafa dağıtmıştı. Evin yanında duran sokak lambasından yağmurun hızı görülebiliyordu. Specta tüylerinde bir sıcaklık hissetti. Sanki şimşekler tüylerini kabartarak onu kendilerine çekiyorlardı. Korkması gerektiği yerde büyük bir enerji hissetti. Bir an gökyüzüne baktı ve "ya tam gökyüzüne doğru havalanırken şimşekler çakar ve onu kendilerine çekerlerse" diye düşündü. Onlardan kaçmalıydı ya da olmadıkları birgün seyahate çıkmalıydı. Bu konuyu sabah Pingurla konuşması gerekiyordu. Tam o sırada bir paratoner şimşeklerden birini kendisine çekti. Spectra tekrar gökyüzüne baktı, ardı ardına kesilmeyen flaşörler gibi sanki ona göz kırpıyorlar, kocaman kahkahalar atarak onu izliyorlardı. Spectra bunun dostçamı yoksa başka türlü bir tavırmı olup olmadığını anlayamadı. Bir süre sonra şimşekler azaldı ve yerlerini yıldızlara bıraktı.

Işın kılıcı

Bazen korkularımla ve endişelerimle savaşacağım bir ışın kılıcımın olmasını isterdim.
Hepsini, bütün siyah gölgeleri onunla ikiye ayırıp yok edebileceğim.

Merhaba sizi tanıyor muyum?

Merhaba, sizi tanıyor muyum?
Çok tanıdık geldiniz. Bir dostum var dışarıdan bakınca normal içten biraz terelelli.
Takıntıları var besbelli.
Çift el kullanır bazen nesneleri tutmak için.
Kalemlere bakamaz çekilir geri geri.
Kafasında koyar bütün kuralları ne yapılabilir ne yapılamaz.
Düşünüp durur sürekli zannedersin Rodin'in eseri.
Zihninde uçuşan her ne ise, kısıtlar onu yapamaz her istediğini.
Hatta bazen gerçekten istese bile durdurur kendini.
Manalı manasız konuşabilir yeri geldikçe ve de gelmedikçe.
Patavatsızlıktan sadece birkaç adım geride...
Anlaşılması güçtür ama imkansız değildir
Sadece tanımak gerekir zaman izin verince.
Sayılara yönlere takmıştır, mekanlara yerlere takılmıştır düşünceleri.
Durduramaz kimi zaman içindeki deliyi. Sever onu çünkü özgürleştirir kendisini.
Sevmediği yönü yok mu var elbet.
Biran çökünce o üzgün hüzün mereti, sarıverir ele geçirir tüm planlarını.Ne yazmak ister ne konuşmak sadece ağlamak içli içli.
Ama değil midir ki gözyaşları kurtuluşun anahtarı..
İşte o zaman hüzün açar çıkış kapılarını.. Ve düzlüğe çıkar içindeki deli.
Biraz alışır ışığa, başlar oynamaya hemde pek bir keyifli.

3 Mart 2010 Çarşamba

Kelimeler kuklalarım

Ben düşünceler efendisi..
Ben cümleler prensi...
Ben hikayeler hükümdarı...
Kelimeler kuklalarım istediğim gibi oynatırım.

Bir düşünce gelir aklıma, derken bir kelime, ardından bir cümle oluşur zihnimde.
Kimi zaman duraksarım, sıradaki kelimenin düşüncemle buluştuğunu anımsarım.
Bir kere buluştumu kelimelerle düşünceler, işte o zaman başlar tüm hikayeler.
Belki gerçeklikten saparım belki yeryüzüne sağlam basarım, dedim ya, kelimeler kuklalarım istediğim gibi anlatırım.
En özgür olduğum an işte "o" andır sadece kendimle uğraşırım.
Kelimeler raks eder, döner döner döner...Bazen aynı kelime üst üste tekrar tekrar tekrar eder... Düşündürürler, güldürürler, hüzünlendirip eğlendirirler, hükümsüz kahkahaları bulup sahiplerini ararlar, işte böyle şah ve mat yaparlar.

Ben düşüncelerin efendisi..
Ben cümleler prensi..
Ben hikayeler hükümdarı..
Kelimeler benim kuklalarım istediğim gibi oynatırım...

Saçmalamalı mı saçmalamamalı mı

Düşünüyorum...Yaratıcı zihin demek nasıl birşeydir? Yaratıcı olmak nasıl birşeydir? Hangi koşullarda bu yaratıcılık ortaya çıkar? Benim için ayın belli günleri olabiliyor. Kimi zamanlar gerçekten elimde olmadan düşüneceğimi bile düşünemeyeceğim fikirler geliyor aklıma. Tam anlamı ile saçmalamak nasıl birşeydir? Saçmalıktan yaratıcılık çıkar mı? Sınırlarınız varsa yaratıcılık işe yarar mı? Bence yaratıcılık için gerekli olmazsa olmazlar;

Özgür bir kafa olmalı. Sınırlanmamış. Kurallar boyutunda yaşamayan. Tamamen özgür.
Merak etmeli bu kafa. Araştırmalı.. Soruşturmalı.. Okumalı.. Gezmeli.. Görmeli.. Tatmalı.. Denemeli.. Bakmasını bilmeli..
Cesaret olmalı diğer kurallara-bağlı yaşayanların tabiriyle. Düşünmemeli o ne der bu ne der. Umursamamalı kimi zaman...
Güven olmalı içinde. Kendinden korkmamalı.. Yapabilir miyim..Yapamaz mıyım endişesi yaşamamalı.
Kendi için yapmalı..kendi için düşünmeli..kendi için üretmeli bir noktada. Sadece hoşuna gittiği için.. Yapmak istediği için.. Öyle baktığı ve öyle düşündüğü için yapmalı. "Nasıl isterse öyle" derler ya..
Düşündükleri için yapmalı.. Görüşleri için yapmalı.. Duyarlı oldukları varsa onlar için...
Birikimi olmalı bu kafanın..Üzerinde düşünülmüşlükleri.. Düşünürken yorulmuşlukları.. Sorgulayıp cevap almışlıkları, alamadıklarını hala düşünür oldukları.. Öğrendikleri, öğrenecekleri, şahit olup anlatmışlıkları, yaşamışlıkları, tecrübe ettikleri olmalı...
İlham aldıkları olmalı.. İlham kaynağı oldukları... Motivasyonu olmalı..

Düşünüyorum... En sınırsız olduğumuz an hangisi acaba.. Özgürce saçmalasak kurallara bağlı kalmadan, düşünmeden, korkmadan, içimizden geldiği gibi, istediğimiz için.. En sonunda yaratıcı bir zafer geçer mi elimize?

Düşündükçe, değiştikçe, ürettikçe varım.

"Hepimiz birşeyler yapıyoruz şu hayatta" Klişe görünümlü gerçek söz. Çok basmakalıp olmayı teoride sevmesem de pratikte muhafazakar taraflarımın olduğu bir gerçek.

Aslında bunu hep değiştirmeyi istediğim halde üzerinde fazla kafa yormadığım, gelişigüzel içimden geldiği gibi davrandığım için fazla değiştirememiş olabilirim.

Dünyaya gelmiş olduğumuz ilk andan itibaren bir değişimin içerisinde buluyoruz kendimizi. Aynen bir seramik parçasının tornanın üzerinde dönerken şekil alması gibi bizde üzerinde olduğumuz şu dönen dünyada şekil alıyor, değişiyoruz. Ama aynen seramiğin yapısının değişmediği gibi insanların da özü neyse o şekilde kalıyor. Hatta buradan Darth Vader'in içindeki iyiliğin nasıl geç te olsa ortaya çıktığını Star Wars'dan gözlemleyebiliriz diye de bir örnek vererek tamamen konudan sapma eğilimindeyim :)

Ama iyi bir seramik olabilmemiz için, farklı olabilmemiz için kendimizi hep eğitmemiz, tıkandığımız noktada yönümüzü değiştirmemiz, hep bir sonraki adımın arayışında olmamız, kendimizi ve potansiyelimizi bilerek bunu arttırmaya çalışmamız ve hep merak etmemiz gerekiyor.

Seramikten yapılmış bir nesnenin oluşumu ile birleştirdim insanın kişisel gelişimini. Tornanın dönerken seramiğe şekil verişini dünyanın dönerken hayatın insanlara şekil vermesine benzettim. Ama seramiğin oluşum aşamaları sadece torna ile sınırlı değil tabi sonradan fırınlanma ve belki de boyama kısımları var. (Tabi belirtmek durumundayım tek seramik yapma yöntemi torna ile olan değil farklı farklı yöntemleri var ben torna ile olanı seçtim sadece)

İnsanın olgunluk döneminde ne olmak istediğini önceden bilmesi oluşumunun hızlanmasına katkı sağlar. Sonunda bir vazoya mı dönüşsem yoksa bir bardak mı olsam diye düşünmek bize varacağımız noktada bazı duraksamalar yaşatır. Kararsızsak mesela aynen benimki gibi, bir an bardak olmak için yola çıkıp aslında içine çiçekler konan bir vazo olurmuydum diye düşünürsek sonunda ya içine çiçek konan bir bardak oluruz ya da yarı yolda tam bardak şeklini almaya başlamışken kafamızdaki vazo şekline dönüşmeye çalışırız. Bu arada ya daha fazla kil gerekir o şekle dönüşmemiz için ya da sıfırdan şeklimizi bir düzleyip tekrar oluşumun ilk aşamasına dönmemiz...

Ama mesela bir vazo olmayı baştan kafaya koyduksak.. Oluşumumuz sırasında nasıl bir vazo olacağımızı kafamızda hep düşündüysek..Bunları düşünmek için varolan güzel vazo şekilllerini incelemişizdir büyük ihtimalle. Ve sonunda bir bakmışız en taze çiçekleri hep biz tutuyoruz. Bir bakmışız şeklimizle en güzel tasarım ödülünü biz kapmışız. Bir bakmışız dönemimiz içerisinde o kadar kendimize özgü bir stilimiz olmuş ki, yıllar sonra değerimiz artmış antika olmuşuz...

Tabi en başından beri ne olacağını bilmek herkese mahsus değil. Eğer başından beri bir fikir yoksa kafamızda o zaman ne yapmak istediğimize karar vermeliyiz. Amaçlarımızı belirlemeli ve onları elde etmek için neler yapmamız gerektiğini düşünmeli ve uygulamaya koyulmalıyız.

Eğer sevdiğiniz şeyi yapamamak sizi çok rahatsız etmiyorsa, yaptığınız işin getirisi bir şekilde size yetiyorsa, bunları düşünmenin sizin için bir anlamı olmayabilir. Ama eğer hayatta bir iz bırakabilmek, içinizde hissettiğiniz potansiyeli kullanabilmek istiyor ama henüz bir yerden başlamadıysanız ve bu size rahatsızlık vermeye başladıysa, bu yazdıklarım size biraz da olsa dokunacaktır. İnsan işte, her aklına gelen değişik gelen fikir sadece ona mahsus sanır ama aslında
başkaları da bunları düşünüyordur, ancak ifade ederse kendini var olur.

İşe koyulmadan önce kendinizi bir teste tabi tutmanız gerekebilir. İstemekle gerçekten istemek arasında bence bir fark var. Gerçekten istediğiniz birşey için yorulmadan çaba sarfedersiniz, hep denersiniz. Diğer türlü pasif bir şekilde sadece düşünüp durursunuz. Aslında şu an düşünüyorum da o istemek bile değil sanırım.

Benim şu anda istediğim şey sevdiğim birşeyler yaparak kendimden bir iz bırakabilmek. Neden iz bırakmakta bu kadar ısrarlısın diyen olursa..Bilmiyorum içimden öyle geliyor. Diğer türlü hayat filminde herhangi bir figüran olacağım gibi geliyor. Düşünceleriniz var olduğu müddetçe siz varsınız. Düşüncelerinizi eğer paylaşmazsanız onları yazı, resim, müzik,moda,sinema gibi yöntemler ile işleyip dışavurmazsanız, var olduğunuzu nasıl kanıtlacaksınız?

2 Mart 2010 Salı

Yolculuğa hazırlık...

Pingur Specta'ya "hadi artık hazırlanman lazım bir hafta sonra seyahatimize çıkıyoruz" dediğinde Specta neden olduğunu bilemediği bir heyecan duydu. Sanki gelecekteki halinin ona vereceği büyük enerjiyi hissetmiş gibiydi. Bunun bir tatil olduğunu, yani geri dönüleceğini biliyordu ama acaba tahmin ettiği kadar kısa sürecek bir tatil miydi yoksa geri döndüğünde herşey daha farklı mı olacaktı. Üzerinde bu kadar düşünmüş olmasına bir anlam veremedi zira gidip geleceklerdi işte. Daha sonra kafasını iki yanına salladı, bir iki havladı ve zıplayarak odasına doğru koştu.

22 Şubat 2010 Pazartesi

Specta Kozmi..Başlangıç..

Specta tek derdi kemik, sucuk ve protein bakımından yüksek değerlere sahip besinleri gün aşırı istemekle meşgul, yedikten sonra ise yerinde duramayan, kah hoplayıp kah zıplayan ancak görünen bu normal profilinin arkasında ne kendisinin ne de kadim dostu Pingur'un henüz bilmediği kozmik güçlere sahip bir köpektir.

Çok yakında Pingur ile birlikte çıkacakları uzay seyahatinde bu güçlerinin farkına varacaktır.

3..2..1..Başla!

Evet sonunda bir an için hiç bitmeyecek sandığım tema seçme, başlık düşünme, isim düşünme faslını geçmiş bulunuyorum. Bazen gereksiz detaylara o kadar çok takılıyorum ki, asıl amacımdan sapıyorum.

Karmaşık-kafanın başlangıcı...